Kapitalizm tüketmemizi ister, sanat üreticidir. Tiyatro için de tüketimden kaçamıyoruz elbet, bilet almak durumundayız ama oyuncularda bizimle aynı çarkta olduğu için geçinmek ve özel bir tiyatroysa mekan kirası vermek, fatura ödemek zorundadır.
“Kapitalizm köleyi özgürlüğüne kavuşturur ve tüketici haline getirir, ama sınırsız tüketimin ucunda ,tüketicinin kendi kendini tüketmesi vardır. Kendinin gözden düşeceği alanlara yatırabiliriz ofis hayatının bizi tüketmemesi için neler yapabileceğimize dair. Bunlardan biri de edebiyat ve sanat etkinlikleriyle bu hayatın kendimizi bitirmemize neden olabilecek etkilerinden korunmaktı. Tiyatro ilk sıralardaki yerini alıyor.
Oyuncular doğrudan seyircilerin geribildirimini alırken seyirciler de sanatın birebir içindedir, sanatı yüksek dozda almaktadır. Sinemadaki gibi kırpılmış sahneler yoktur, bir edebiyat eserindeki gibi sizin iradenize göre ilerlemez ama bilerek ve isteyerek oradasınızdır. Tiyatroda montaj, efekt ve benzerleri bulunmaz, mevcut imkanlar kullanılır.
Beyaz yakalı iş arkadaşlarımızdan çoğunlukla tiyatro teklifi almayız. Çünkü tiyatro “çok sıkıcı”dır, “fazla tekrar var”dır, “gereksiz”dir. Aynı isteksizliği, onlar alışveriş merkezlerine giderken görmeyiz. Tiyatro zor lokmadır, doğru, ama bir de “cazip” değildir. Genel geçer bir zevke hitap etmediği için birçok kişi tiyatroyu elinin tersiyle iter. Tiyatroyu üstünüze giyemez, arkadaşlarına gösteremez, o an ve çıktığınızda yaşadığınız keyifle kimseye caka satamazsınız. (Ofis/plaza çalışmasının bir getirisi ya da götürüsü elde avuçta ne varsa yemeğe, içmeye, giyime, harcamaktır ki statünüz olsun.)
Bir durum hariç: Ofisçe toplu halde gidiyorsanız. O durumda da sıkıntıdan ölseniz bile “ben aslında tiyatro izleyebilecek kadar kültürlü bir insanım” izlenimi yaratmalısınız. Maalesef zorla güzellik bir yere kadar.Slovenyalı felsefeci Renata Salecl, Seçme İkilemi kitabında kim olduğumuzu seçiyormuş gibi görünsek de aslında hep başka güçlerin ve insanların etkisinde kaldığımızı savunur. “Seçim gayet bireysel bir mesele gibi görünüyor olsa da, insanların seçim yapma şekli başkalarıyla kurdukları ilişkilerle ve başkalarının onları nasıl gördüğüne dair düşünceleriyle esastan bağlantılıdır.
Dolayısıyla insanlar kendi kendilerini sınırlama biçimlerini durup dururken uyduruyor değildir; yaptıkları seçimler toplumun neye doğru seçim olarak değer verdiği konusundaki algılarına fazlasıyla bağlıdır. Bu da, kendi kendini yaratan yeni bireyin paradoksal bir şekilde neden şöhret kültürünü örnek aldığını açıklar: Bir kişi bir yandan kendisine sıfırdan bir kimlik yaratacak kadar özgür bir birey olarak görülürken, diğer yandan kimliğini -çoğunlukla bir ünlünün hayatından ,rastgele bir popüler modele uydurmaya çalışır.
Konumuzla bağlayalım: Kapitalizm tüketmemizi ister, sanat üreticidir. Tiyatro için de tüketimden kaçamıyoruz elbet, bilet almak durumundayız ama oyuncular da bizimle aynı çarkta olduğu için geçinmek ve özel bir tiyatroysa mekan kirası vermek, fatura ödemek zorundadır. “Kapitalizm köleyi özgürlüğüne kavuşturur ve tüketici haline getirir, ama sınırsız tüketimin ucunda tüketicinin kendi kendini tüketmesi vardır. Kapitalizm çarkından kurtulamasak da onun kıymet vermediği çünkü kıymet verirse kendinin gözden düşeceği alanlara yatırabiliriz gelirimizin bir kısmını. Burada sadece tiyatrodan nasibimizi almakla kalmaz, iyi bir dayanışma da yaratmış oluruz.
Neyse ki böyle düşünen çalışanların sayısı sandığımız kadar az değil. Beyaz yakalar bir şey adı altında bir hareket, dokuz altı saatlerinden sonrasını değerlendirmek ve tiyatrolara destek olmak için “İşten Sonra Tiyatro” adı altında bir proje yürütüyor. Böyle toplu etkinlikler görmek sevindirici. Bireysel çabalar da bir o kadar sevindirici. Arama motorlarında “sabah iş, akşam tiyatro”, “sabah bankacı, akşam tiyatrocu” gibi aramalar yaptığınızda iş hayatı yüzünden tiyatrodan vazgeçmeyen isimler görebiliyorsunuz.
Başlıkta sorduğum sorunun yanıtı belki çok belki hiç yok. Ama ömrümüzün büyük bölümünün dokuz altı saatleri arasına sıkıştırıldığı ve o saatler dışında yapabileceklerimizin tüketimle sınırlandırıldığı bir dünyada tiyatroya yer ayırdığımız için hiç mi hiç pişman olmayacağız.
Bitmek tükenmek bilmeyen olasılıklar sunuyor hayat. Dünyada bir tane Kemal Sunal yaşamışken; hala hepimizin hayatına dokunabiliyor, sanatsal görünümleri sonsuz çünkü. Sanat bir fikrin, güzelliğin farklı yöntemlerde ifade edilmesi olarak kabul ediliyor. Marx’a göre sanat; insan ve doğanın karşılıklı bir etkileşiminin yaratıcı eyleme dönüşme hali. Yaşamı insanileştiren, mekanik görünümünü perdeleyen şey. Ve insan yeteneğinin, yaratıcılığının son ürünü.
Çok yönlü gelişen ve ayrı toplumsal dinamiklere sahip olan sanat, bu yönüyle yaşama lezzet katar. Sanat doğası gereği idealleştirme üzerine kurulu olsa da esasında bir üstyapı ögesi olarak son derece toplumsaldır. Örneğin her ne kadar bireysel ve absürt bir eser olsa da, bu eser bir sanatçının düşünsel emeğini taşır ve hiçbir sanatçı yaşadığı toplumdan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla tek başına sanatın varlığından bahsedilmesi, kelimenin tam anlamıyla, olanaksızdır. Sanat; kültüreldir, politiktir, ekonomiktir ve daha nicesi.
Karnını doyurmakta zorlanan bir işçinin veya öğrencinin; kafa karmaşasına sebep olan tonla eser içinden güzel olanı bulabilmesini, bulsa bile estetik olarak değerlendire bilmesini ve nihayetinden bundan keyif alabilmesini bekleyemezsiniz. Bu sebeplerden ötürü kapitalizmde toplumun sanatından bahsedilmesi bir yana, emekçinin var olan sanata erişmesi bile bir hayaldir. İnsan ruhunun ve varlığının vazgeçilmez bir ihtiyacı haline gelen sanat; yaşama tadını veren şey, birçok kayıp duygunun da dışavurumudur. Bundan sebeple; sanat gereksiz değildir, olmazsa olmazdır.
Kültür ve sanat başlı başına insanın acil bir ihtiyacı olmamakla birlikte, bilgi çağında vazgeçilmez bir gereksinimdir. Buna karşın sömürenler; sanatın esasında gereksiz bir aktivite olduğunu öne sürerler veya popülerleşen sanata karşı bunu başaramadıkları ölçüde, emekçilere “köle ahlakı”nı dayatırlar. Yaşamdan, insani ihtiyaçlardan ve hatta kendinden vazgeçmeyi öğütlerler. Ne kadar az yer, az içer, az kitap alırsan; tiyatroya, meyhaneye, dansa ne kadar az gidersen; ne kadar az düşünür, sever, teori kurar, şarkı söyler, resim yaparsan; o kadar tasarruf edersin, sermayeni o denli biriktirirsin. (çünkü bütün bu insani aktiviteler ücrete tabidir ya da gereksizdir.)