6 Şubat Felaketinden sonra halkın yaptığı bağışları “Tekâlif-i Milliye” emirlerine, yaşadığımız acıyı da “Millî Mücadele’ye”, ve “Destana” benzeterek sistemin mükemmelliğiyle övünen birtakım zevat türedi.
Osmanlı’nın hasta adam mirasını alan dört bir yanı işgal edilmiş, halkın silahından ve erzakından başka bir şeyi bulunmayan, üretim sıfır bir ülke vardı o zamanlar. Eğer Cumhuriyet’in 100. yılındaki ülkemizi, 1921 Türkiye’sine benzetiyorsanız kendi ağzınızla sistemde eksiklikler olduğunu dile getiriyorsunuz zaten, fakat burası ayrı bir konu…
Milli Mücadele’ye benzeten kardeşim, halkımızın seferberliği ve yardımları takdire şayan, hatta destansı fakat bu yaşadığımız “Hayatta Kalma Mücadelesi.” 22 ilimizin diri fay hattında olduğu yıllar yılı bilinmesine rağmen es geçilip 1999’da Rahşan Affı, 2017’de “İmar Barışı” çıkarılması ve yönetmeliğe uygun yapılmayan binaların dikkate alınmaması sonucu milyonlarca insanımızı etkileyen, on binlercesinin canına kıyan bu depremin neresi destan? Sayın Erkan Tan’da “Türk Milletinin Yeni Destanı” şeklinde bir köşe yazısı kaleme almışlardan biri.
Utanmaz…
Ders çıkaralım, ne hata yaptık da bu kadar enkaz var demiyor da destan yazıyor…
Destanlarımızda bağımsızlığımız, başarımız, dik duruşumuz vurgulanır. Hangi destanda Yunanlar, İngilizler, Amerikan ve İsrail askerleri yardımımıza geldi? Hangi destanda hasar tespit çalışmalarında İsrail’in uyduları yardıma geldi askeri istihbarat elemanlarıyla birlikte, düşman dediklerimizden yardım aldık?
Çanakkale destanında bu adamlara karşı tek bilek savaşan bizdik. 15 Temmuz’da da karanlık güçlere karşı sadece Türk halkı vardı… Bizi kıskanan Avrupa, 1651 kişi ve 106 arama kurtarma köpeğinden oluşan 38 acil müdahale ekibi gönderdi. 12 AB ülkesi 50.000 aile için çadır, 100.000 battaniye ve 50.000 ısıtıcı gönderdi. Kuran yakılmasına müsaade etti diye kafa tuttuğumuz İsveç ve Romanya tarafından depolanan 2000 çadır ve 8000 yatak Türkiye’ye geldi. Küçük bebekler ölürken, o minik bedenleri enkazın altında can verirken eskiden seyircisine “Tü sana” diyebilecek biedep bazı zatların bu durumundan istifade edip sistemdeki eksiklikleri, hataları sorgulayacağına destan yazması, medyanın Ulubatlı Hasan’ı olmaya çalışması gerçekten yazık…
Asıl destan nasıl olurdu, müsaadenizle izah edeyim. 1999’da depremden hemen sonra yaralar çok tazeyken “Rahşan Affı” çıkmasa, çıksa bile güçlü ve bilinçli bir muhalefet buna itiraz edip kamuoyu baskısı oluştursa, meclise önergeler sunsa ve Gölcük depremi sanıklarından 2100 davanın 1800 tanesinin düşmesi engellenseydi destan için ilk adım atılmış olunacaktı.
Tavşancıl İlçesi, Gölcük deprem merkezine 50 km uzakta olmasına rağmen cam bile çatlamamıştı. Bunu belediye başkanları, kendi babasına bile ek kat çıkartmayan Salih Gün’e borçlular. 1999’dan bu yana 24 yıl geçti. İlk 4 senesini susmak yerine Salih Gün Beyefendi’nin icraatlarından istifade ederek geçirseydik, binaları herkesin onun gibi yönetmeliğe uygun yapmaları için gazetelerde haber yapsaydık, 99 depremini unutmasaydık, yeterli afet koordinasyon merkezleri kursaydık bugün 6 Şubat depreminde kimsenin burnu kanamaz, dünya da bize hayran kalırdı böyle büyük bir felaketi nasıl aştılar diye. Gerçek destan budur.
Hadi 99’dan ders alamadık. “Bedellerini ödemek suretiyle” 31 Aralık 2017’den önce yapılmış ruhsatsız veya ruhsata aykırı yapıların kayda geçebileceği “İmar Barışı” uygulamasına karşı çıksaydık ya! Deprem ülkesi olduğumuz halde “uygulama alanı kalmadığı” gerekçesiyle lağvedilen “Ulusal Deprem Konseyi” için ses çıkarsaydık! 6 yılda inanın birçok şey değişirdi. Bunu unutup hemen farklı konulara yöneldik 2023’e kadar. Müteahhitler bedellerini ödeyip imar iznini aldılar lakin bizim canlarımızın bedelini kimse ödeyebilecek mi? O canlar rüz-i mahşerde davacı olacaklar.
Bu aflara izin verenler kadar yıllarca susan “dilsiz şeytanlar” da ne yazık ki hesap verecek. Muhalif gazetelerde son zamanlarda görüyorum, her tarihi hatayı ayrıntıya kadar yazıyorlar. Tebrik ederim, ellerinize sağlık ama neden şimdi? Diri fayların üzerinde oturan bir ülke olduğumuzu şimdi mi idrak ettiniz?
Sonuç olarak birçok binanın enkaza döndüğü, halen birçok eksikliğin bulunduğu şu zamanda insanımız “destansı” bir şekilde seferber oldu, herkes elinden gelenin fazlasını gönderdi lakin yaşadığımız şu acıyı, yavrularımızın enkaz altındaki çırpınışlarını yazılarına alet edip 9 milyonluk İsrail, 10 milyonluk Yunanistan’dan bile yardım alışımızı “Destan” olarak lanse etmek tek kelimeyle acizliktir. Bu bir “felaket.”
Sistemsizlikten ve cezaların yeteri kadar ciddiye alınmamasıyla başımıza gelen çok ciddi bir felaket… İnsanların depremzedeleri çıkartma, canlı kalanlara erzak sağlama seferberliğinin “destansı” olması su götürmez bir gerçek fakat taş üzerinde taş kalmazken insanı bu kadar seferberliğe maruz bırakacak eksiği olan bir sistemden destan nasıl çıkarırsın? Destanlaştırma çabasına girerek kimse yapılan hataları aklama, işin içinden sıyrılma çalışmasına girişmesin. Zaman destan değil ders çıkarma zamanı…