Birleşmiş Milletler (BM) düzeyindeki 9 temel insan hakları sözleşmesinden biri olan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW), sözleşmeler arasında özellikle kadınların insan haklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini odağına alan tek sözleşmedir.
Uluslararası kadın hakları yasası olarak da kabul edilen CEDAW, sözleşmeye taraf olan ülkelerde kadın haklarının güvence altına alınmasını ve geliştirilmesini hedefleyen en yararlı araçlardan biridir.
Gerçek eşitliği hedefleyen CEDAW, sözleşmeyi imzalayan devletlerin kadınlara yönelik ayrımcılığın tüm biçimlerini önlemek, kadınların toplumsal durumlarını iyileştirmek, toplumsal cinsiyet ilişkilerini ve toplumsal cinsiyete dayalı basmakalıp yargıları değiştirmek üzere taahhütlerde bulunmasını sağlar.
Türkiye, sözleşmeyi 1985 yılında imzalamıştır. Komite kuralları gereği taraf ülkeler, düzenli olarak kadının insan haklarının geliştirilmesi konusunda ülkedeki devlet uygulamalarını raporlamak ve sunmakla yükümlüdür.
Kadın örgütlerinin CEDAW Komitesi’ne sunmak amacıyla hazırladıkları “gölge” raporlar o ülke bağlamında kadının insan haklarının gelişip gelişmediğine dair çok daha şeffaf veriler sunmaktadır.
Konu dahilinde Türkiye CEDAW Sivil Toplum Yürütme Kurulunun, BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi’ne Sunduğu 2021 yılında yayımlanmış olan “8. Periyodik Dönem Gölge Raporu” kadın haklarıyla alakalı oldukça kötümser ifadeler içermektedir.
Bu rapor, Türkiye’de kadınların ve kız çocuklarının yaşadığı ayrımcılıklara dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Yaşanan ayrımcılık biçimleri 5 başlık altında incelenmiştir; Yasal Düzenlemeler, Siyaset ve Karar Alma Mekanizmalarına Katılım ve Geçici Özel Önlemler, İstihdam, Eğitim ve Kadına Yönelik Şiddet çalışmanın gövdesini oluşturmaktadır.
Nitekim bugün Türkiye’deki gelişmelere göz attığımızda yaşanan badireler raporu doğrular niteliktedir. Raporda belirtildiğine göre, 2016’dan bu yana (2021) CEDAW’ın hiçbir tavsiyesine uyulmamış, 7. Dönemsel Gölge Raporda belirtilen tespitlerle ilgili gelişme olmamış, Komitenin Nihai Yorumlarında altını çizdiği konularda da ilerleme kaydedilmemiştir.
2015 yılında “iç güvenlik yasası” ile birlikte tüm yurttaşların hak ve özgürlükleriyle alakalı radikal bir gerileme dönemine girildiği ifadesi raporda göze çarpmaktadır. 20 Temmuz 2016 sonrasında ilan edilen OHAL dönemi ve değişen hükümet sistemi yine insan hakları konusunda gerçekleşen gerileme konusunda ipuçları vermektedir.
Anayasal yapı çerçevesinde yasama, yürütme ve yargı arasında sağlıklı ve etkili bir güçler ayrılığı sağlanmaksızın, tüm yetkiler Başkanlık düzeyinde toplanmaya devam etmiştir. Anayasal ilkeler ve uluslararası standartlara aykırı olarak yapılan tüm yasal düzenleme ve değişiklikler ile hem kurumlar işlevsiz hale getirilmiş hem de kadın örgütleri başta olmak üzere bağımsız ve tarafsız sivil toplum kuruluşları İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla kapatılma ya da kayyum atanması riski ile karşı karşıya bırakılmışlardır. Tüm bu gelişmeler göz önüne alındığında kadının insan hakları çalışmalarını doğrudan etkilemiş ve bağımsız kadın örgütlerinin faaliyet alanıyla ilgili olarak da ciddi daralmaya ve gerilemeye yol açmıştır.
2 Mart 2021 günü yayınlanan kadınlar dahil tüm yurttaşların insan hak ve özgürlüklerinin genişletilmesine ilişkin hedefler içeren bir İnsan Hakları Eylem Planı açıklayıp diğer taraftan ise 19 Mart 2021’de İstanbul Sözleşmesinden bir gece yarısı Cumhurbaşkanı karar ile çıkıldığının ilan edilmesi, uygulanan politikalar açısından tezatlık barındırmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin dünyada ve Avrupa’da benzeri görülmemiş şekilde ilk imzacısı olduğu bir insan hakları sözleşmesinden kolaylıkla çıktığını ilan etmesi kadının insan hakları mücadelesi, 6284 sayılı Kanunun ve CEDAW’ın uygulanması bakımından çok ciddi bir tehdit olarak görüldüğü raporda belirtilmiştir.
Süreç içerisinde görevlerini yerine getirmemekle eleştirilen Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM), CEDAW’a sunulmak üzere hazırlanan Ülke Raporunun hazırlıkları ve kadınları etkileyecek politikaları dahil olmak üzere hiçbir faaliyetine toplumsal cinsiyet eşitliği (TCE) için mücadele eden bağımsız kadın örgütlerini dahil etmemektedir. Diğer yandan tüm faaliyetlerin ailenin korunması çerçevesinde ele alınması, “toplumsal cinsiyet” tanımının ve “birey” kavramının kamu tarafından hazırlanan tüm belgelerden (Kalkınma Planları, Eylem Planları, vs.) çıkartılması, toplum cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusundaki yükümlülüklerden vaz geçildiğini göstermektedir.
Yaşanan bu ciddi paradigma değişimi ile birlikte Türkiye’de kadınları birey olarak görmeyen, sadece aile içinde ve annelik kimliği ile tanımlayan siyasi iradenin söylemleri ve uygulamaları git gide radikalleşmektedir. CEDAW raporuna göre iktidarın kadın odaklı bir politikasının yokluğu sürekli eleştirilirken, bugün gelinen noktada hükümet aile odaklı ve kadını birey olmaktan çıkartan politikalarını hayata geçirmekte ısrarlı ve kararlı bir tutum izlemektedir.
Yayınlanan rapora göre, Türkiye’nin 8. Periyodik Gözden Geçirilmesi kapsamında CEDAW komitesinde sunduğu ülke raporu çelişkilerle ve yanlış bilgilerle doludur. Çok az alanda üretilen cinsiyete göre ayrıştırılmış verinin yetersizliği, Türkiye’de bu bağlamda kronik bir sorun olduğunu göstermektedir. Sunulabilen verilerin de büyük bir kısmı eski, çarpıtılmış ve tutarsız verilerdir. Özellikle ülke raporunda KSGM başta olmak üzere çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarının gerçekleştirdiği iddia edilen TCE ve KYŞ ile ilgili farkındaki eğitimlerinin bir kısmının üzerinden 10 yıldan fazla geçmiş, eğitimleri almış kişiler çoktan o zamanki görevlerinden emekli olmuş veya ayrılmış olmasına rağmen hükümet her dönem aynı verileri yeniymiş gibi sunmaya devam etmektedir.
Diğer yandan, 2015’ten bu yana, verilmekte olduğu iddia edilen eğitimlerin ise nasıl şekillendirildiği, ne tür eğitimler olduğu, nerelerde ve kimler tarafından verildiği, niteliği ve içeriği konusunda hiçbir bilgi paylaşılmadığı gibi etki analizlerinin de yapılmadığı yada paylaşılmadığı CEDAW Türkiye kurulunun raporunda belirtilmektedir.
Önemli bir diğer ifade ise raporda 10. Kalkınma Planında çok genel ifadelerle yer verilmiş cinsiyet eşitsizlikleri ve ayrımcılık 11. Kalkınma Planından tamamen çıkartılmıştır. Üstelik TCE kavramının genel politikalardan ve bütün bakanlıklarının politika belgelerinden çıkartılması özellikle dikkat çektiği belirtilmektedir.
CEDAW Türkiye kuruluna göre kronikleşen ve 35 yıldır ilerleme beklenen konular ;
- Sözleşmeye uygun kapsamlı bir ayrımcılıkla mücadele mevzuatı halen çıkartılmamıştır.
- Siyasette eşit temsil ile ilgili bir Anayasal düzenleme olmadığı gibi parite yasası gündemde bile değildir.
- Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanununda İstanbul Sözleşmesi’nin de zorunlu kıldığı ısrarlı takip, zorla evlendirme, dijital şiddet gibi kadına yönelik şiddetin yaygın ve farklı türleri dahil toplumsal cinsiyet temelli şiddet ve ayrımcılığın uluslararası standartlara uygun bir şekilde suç sayılmasını sağlayacak ve cezasızlığı önleyecek maddi ve usul kurallarına ilişkin herhangi bir düzenleme bugüne kadar yapılmamıştır.
- Medeni kanunda yıllardır talep edilen, evlenme yaşının 18 olarak belirlenmesi, kadının evlendikten sonra doğrudan kendi soyadını kullanabilmesi, müşterek çocuklara kadınların kendi soyadlarını verebilmeleri, boşanmadan sonra kadının yeniden evlenebilmek için 300 gün beklemesini zorunlu kılan iddet müddetinin kaldırılması, boşanmalarda edinilmiş mallara katılma rejiminin 2002 öncesi evliliklerde de uygulanması gibi konularda halen bir çalışma bulunmamaktadır.
Mevcut hak ve özgürlüklerin işleyişi ile ilgili endişe verici tutumlar ise şöyle sıralanmaktadır;
- Mevcut hukuk uygulayıcılarının çoğunluğunun sahip olduğu aileyi koruma ve KYŞ meselesini “abartmama” yaklaşımı ile hareket etmektedirler. Bu nedenle özellikle 6284 sayılı Kanunun uygulanması giderek zorlaşmaktadır.
- Halen yaş büyütme davaları yada olağanüstü hallerde evlenme izni alınabilmesi düzenlemesi nedeniyle mahkemelerde çocuk yaştaki evliliklere izin verilmekte; çocuk hakları korunmamaktadır.
- Boşanan yoksul kadınların ve çocuklarının nafaka hakkı kullandırılmasında zorluk yaratılmakta ve nafaka miktarları azaltılmaktadır.
- Hukuk mahkemelerinde boşanma davalarında şiddet uygulayan erkeğin eylemi ile geleneksel rollerini yerine getirmeyen kadınların davranışları eşit kusur sayılmaktadır. Böylece cinsiyetçi iş bölümü ve kadına yönelik şiddet suçları görmezden gelinmektedir.
- Kürtaj hakkının kullandırılmamasına ilişkin sağlık kurumlarına talimatlar gönderilerek yasal olan kürtaj hakkı fiilen yasaklanmaktadır.
- Ceza Yasası hükümleri kadınlara yönelik şiddet failleri için etkili olacak şekilde işletilmemektedir. Mesela; TCK 96. maddedeki eziyet suçu KYŞ eylemleri için işletilmemektedir.
- Bazı durumlarda yaşamlarını korumak için şiddet faillerini öldürmek zorunda kalan kadınlar meşru müdafaa hakkından ve ceza indiriminden yararlandırılmamaktadır.
CEDAW Komitesi Tarafından Önerilen Eylem Planları;
- Türkiye’de, yukarıda sayılan kadının insan haklarını doğrudan etkileyen mevzuat değişiklikleri ile ortadan kaldırılan hukuk güvenliğinin sağlanması ve Anayasanın eşitlik hükmünün hayata geçirilmesi için hükümete ivedilikle güçlü tavsiye verilmelidir.
- CEDAW’ın 35 nolu Genel Tavsiyesi’nde belirtildiği üzere uluslararası teamül hukukunun da bir parçası haline gelen kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet temelli şiddet ve ayrımcılıkla mücadelenin, Komite’nin 27. ve 33. Genel Tavsiyeleri doğrultusunda cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği bağlamında da devletin yükümlülüğü hatırlatılmalıdır. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği farklı olanlara yönelik şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi taahhüdü ve yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı vurgulanarak bu alanda ivedilikle tedbirler alınması tavsiye edilmelidir.
Bu noktada kurumların işleyişi açısından uluslararası endeksler göz önüne alındığında, 2020 yılı Sosyal Gelişme Endeksine göre Türkiye, toplam 163 ülke arasında 92. sırada yer almaktadır. İmkanlar ve haklar başlığı altında yer alan siyasette kadın-erkek eşitliğinde 162. sırada yer almaktadır. 2021’de Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından hesaplanan küresel toplumsal cinsiyet açığı endeksine göre Türkiye 156 ülke arasında 133., siyasi yaşama katılında ise 114. sırada yer almaktadır.
2015 yılında uygulamaya konulan Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı (ÖDÖP) kadını, TCE bağlamında değil “annelik görevi” ile tanımlayan bir bakış açısına sahiptir. Programda annelik ve doğum gerekçeleri ile olumlu gibi sunulan düzenlemeler aslında kadınların esnek ve güvencesiz olarak çalıştırılmalarına neden olmaktadır. Kadınların işgücü piyasasına girmelerinin önünde zorluklardan birinin bakım sorumlulukları olduğu açıkken, en az üç çocuk yapılmasının teşvik edilmesi de kadınların istihdama katılmalarına dolaylı engel teşkil etmektedir.
Anneliğe teşvik mekanizmaları ile kadınların çalışma yaşam süreleri kesintiye uğramakta, emeklilikleri gecikmekte, kariyer gelişimleri engellenmekte, mesleklerinde yükselmeleri güçleşmektedir. Araştırmalar bu tür düzenlemelerin özel sektörde kadınların tercih edilmesini önlemediğine işaret etmektedir. Programın genç yaşta evliliği özendirecek düzenlemeler de getirmesiyle, iktidar, eğitimde ve istihdamda yer bulamayan 15-29 yaş grubu genç kadınlara evliliği tek seçenek olarak sunmaktadır.
Cinsiyete dayalı ayrımcılık kadın istihdamının mesleklere göre dağılımında da kendini göstermektedir. Kadınların zorunlu sosyal güvenlikten yararlanma oranı sadece %30.5’tir. 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununa 2018’de eklenen geçici 19. ve 21. maddeleri ile özel sektör işverenleri için 2020 sonuna kadar kadın istihdamına yönelik teşvik uygulaması verilmiştir. Ancak teşviklerin kadın istihdamında nasıl bir artış gerçekleştireceğine dair bir izleme ve veri paylaşımı söz konusu değildir.
Çocuk bakım hizmetleri sadece kadın çalışan sayısıyla sınırlı tutulmaktadır. Kadının Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nda mevzuat değişiklikleri öngörülmüş olmasına rağmen henüz yapılmamıştır. Çocuk bakım sorumluluğu olan kadınların işgücüne katılma oranı, olmayanlara göre daha düşüktür. OECD’nin 2018 verilerine göre; Türkiye 3-5 yaş arasındaki çocuklar arasında okul öncesi eğitime erişme oranları bakımından %37 ile en son sırada yer almaktadır. Bu nedenle kadınların bakım sorumlulukları işgücü piyasasına girmelerini hala önlemektedir.
Eğitimli mülteci ve sığınmacı kadınların diploma denkliklerinin geç yapılması, niteliksiz işlere yönelmelerine, kayıt dışı çalışmaya zorlanmalarına neden olmaktadır. Çoğu gündelik işlerde çalışan mülteci kadınlar, salgın döneminde işsizlik ve açlık sıkıntıları ile karşı karşıya kalmıştır. Devletin özellikle kadın mültecilere, sosyal ve ekonomik uyumları için ihtiyaç duyulan dil öğrenme imkanları sağlamaması sorunu artırmakta ve yasal bürokratik işlemlerin aksaması, temel hak ve hizmetlerden yararlanmalarının önünde engel oluşturmaktadır.
İstanbul Sözleşmesinden “Türkiye’nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmiştir” açıklamasıyla çekilme kararı alınmıştır. Türkiye’nin kadına karşı şiddetle mücadelede önemli hukuki güvence sağlayan İstanbul Sözleşmesinden çekilmesinin ardından iktidar tarafından “kadın cinayetlerinde %26 azalma olduğu” iddiasıyla açıklamada yapılmıştır. Bu kadar kısa bir sürede böyle bir etki söz konusu olamayacağı gibi 2014 sonrasında Türkiye’de kadın cinayetlerine ilişkin herhangi bir resmi veri de bulunmamaktadır. 2008 ve 2014 yıllarında yapılan ve her 5 yılda bir yapılması planlanan “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması” ise 2014 yılından beri yapılmamıştır.
İlgili Bakanlık tarafından sadece Kadına Yönelik Şiddet hattı olan ALO 183, bugün “ALO 183 Sosyal Destek Hattı” olarak değiştirilerek içine tüm dezavantajlı gruplar eklenmiştir. Böylece Kadına Yönelik Şiddet hattı olmaktan çıkartılmıştır. Bu hattı arayan kadınlar, öncelikle ulaşamamakta, ulaşabildiklerinde de güncel olmayan bilgiler verildiği, doğru ve yeterli ihtiyaç analizi yapılmadığı, yanlış yönlendirmeler yapıldığı yada acil durumlarda inisiyatif alınarak doğru müdahale edilmediği, kadınların güvenliği riske atacak tavsiyelerde bulunulduğu tespit edilmektedir.
Rapora göre kadınların, kimi zaman kolluk kuvvetlerine başvurduklarında yanlış bilgilendirildiklerini yada bilgi alamadıklarını, şikayetten yada sığınak gibi kazanılmış haklarını kullanmaktan/talep etmekten caydırıldıklarını veya delil göstermeye zorlandıklarını, şiddet uygulayanla barıştırılmaya çalışıldıklarını, kadına yönelik şiddeti normalleştiren söylemlerle karşılaştıklarını ve bütün bu stratejiler işe yaramadığında ise şikayetlerinin kayıt altına alınmadığını göstermektedir.
ŞÖNİM’ler gizlilik kararlarının tüm kurumlarda uygulanmasını takip etmekle yükümlüdür. Ancak devlet raporlarında bahsedilenin aksine, zaman zaman bu sorumluluğun kendisinde olmadığını ifade etmektedir. Ayrıca geçici süreyle verilen gizlilik kararlarının yenilenmesi için kadınlar mahkemelere yeniden başvurmak zorundadır. Bu durum kadınların güvenliği bakımından ciddi riskler oluşturmaktadır.
ŞÖNİM’lerin kurumsal ve mali yapıları yetersiz olup, ekonomik, psikolojik, hukuki ve sosyal yardımlar gereğince verilememekte; sosyal hizmet uzmanı, avukat, psikolog desteklerinin çok sınırlı kaldığı görülmektedir. “Tek kapı sistemi” denilmesine rağmen kadınlar ihtiyaç duydukları destekler için farklı kurumlara yönlendirilmektedir.
Şiddet gören göçmen kadınlar, sığınma evlerine yerleştirilse bile herhangi bir kaydı bulunmadığı için kimliklendirme çalışmaları yapılması yerine sınır dışı edilmek üzere geri gönderme merkezlerine alınmaktadırlar. Bu uygulama şiddetin sürmesi ve kadınların şikayet edememelerini getirmekte, kayıtlı ve kayıtsız mülteci ve sığınmacı kadınların farklı tavırlarla karşılaşmalarına neden olmaktadır.
CEDAW Komitesi’nin ilgili konularla alakalı önerileri;
- Devletin KYŞ ile mücadeleye ilişkin bütüncül bir politika oluşturması ve bu sürece bağımsız kadın ve LGBT+ örgütlerinin dahil edilmesi, etkin katılımlarının sağlanması gerekmektedir.
- 6284 sayılı Kanun etkin bir şekilde uygulanmalı, izleme/değerlendirme mekanizmaları oluşturulmalı ve sonuçları kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
- TCE ve KYŞ eğitimlerinin ayrıştırılmış içerikle donatılıp çeşitlendirilerek yaygınlaştırılmasının sağlanması gerekmektedir.
- Mevcut durumda sığınak sayıları ve hizmet kapasiteleri yeterli değildir. Sığınakların sayı ve hizmet kapasitelerinin arttırılması ve ayrımcılık olmaksızın tüm kadınların sığınaklardan faydalanması sağlanmalıdır.
- Cinsel şiddet kriz merkezleri ivedilikle kurulmalıdır.
- Göçmen, sığınmacı ve mülteci kadınlar yasal statü şartı aranmaksızın kadına yönelik şiddete ilişkin her türlü hizmetten faydalanmalıdır.
- Kadına yönelik şiddetle mücadelede sorumlu kurum ve kuruluşların hizmetleri çok dilli olarak düzenlenmelidir.
Sonuç olarak;
Bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gündem olarak en önemli konularından biri olan kadına yönelik şiddet temelinde aldığı yol yukarıdaki gibidir. Suç hep olacaktır ancak, engellenebilir bir kavramdır. Bir eylem planınız olmak zorundadır. Bir planınız yoksa suç işlenmeye doğal olarak devam edecektir. Engelleyemiyorsanız, en azından önerilere kulak asmak mantıklı olandır. Konunun çözüm önerileri yıllardır resmi olarak belirtilmekte ancak görünen o ki herhangi bir eylem gerçekleşmemektedir. Dolayısıyla vahim fakat gerçek olan, hemen hemen her gün maruz kalınan kadına karşı şiddet ve şiddet temelli kadın ölümleri devam edecektir.
Türkiye’nin kronikleşen bu sorununun düzeleceğine dair umutlarım tükeniyor. Her şeye rağmen yarınlar umuyorum daha güzel olur. En azından ne yapılması gerektiğini birileri, bizlere anlatmaya çalışıyor.
Ölüyorlar, bir şeyler yapın, yapalım.
Sevgiler.