Özgürlük ve güvenlik konusu; insanın tarihi, gelişimi ve yapısal argümanları açısından en önemli konuların başında gelmektedir.
Nitekim iki konu da, tarihsel süreç incelendiğinde hemen her konuya bir köşesinden temas etmektedir. Bu iki konu isim olarak özgürlük ve güvenlik olarak anlam bulsa da, birey üzerinde bir baskı unsuru olarak tezahür etmektedir.
Kavramları derinlemesine inceleme şansı bulduğumuzda, bir çok detayla birlikte zaman içerisinde de anlamlarının ve amaçlarının değiştiğini görmek mümkündür. Bu değişimler kavramların ortadan kalkmasını engellemiş üstelik güncellenmelerini de sağlamıştır. İlk zamanlar yalnızca can güvenliği önem teşkil ederken, süreç içerisinde ortaya çıkan farklı kavramlar sayesinde farklı güvenlik anlayışları ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda özellikle güvenlik kavramı, farklı anlamlardan oluşan bir bütün haline gelmiştir. Bu duruma örnek verecek olursak; -risk toplumu dahilinde- küreselleşme, sosyal medya, çevresel felaketler ve terör gibi birçok farklı konu dahilinde güvenliği incelemek mümkün hale gelmiştir.
Bugüne baktığımızda özgürlük ve güvenlik ikilemi göz önüne alındığında Ulrich Beck’in düşüncelerine değinmek yerinde olacaktır. Beck’e göre; risk toplumu modernleşmenin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu yazımın temelini bu iki kavram üzerine inşa ederek, Beck’in risk toplumu teorisinin üzerinden bir teorik değerlendirme yapmak istiyorum. Diğer yandan ise kendi yaşadığım toplum nezdinde teorikten ziyade birazda pratik konuların tartışmasını yapmayı amaçlamaktayım.
Güvenlik sizce nedir ? TDK için güvenlik “tehlike durumunun ortadan kalkması” olsa da, hangi tehlike ? dediğimizde bu tanım muğlak hale gelecektir. Bu bağlamda, Suriyeli bir kadın için Türkiye sınırında tecavüze uğramak bir güvensizlik haliyken, Çinli bir ekonomist için dünya çapında bir resesyon ihtimali güvenlik tehdidi oluşturmaktadır.
Dolayısıyla güvenliğin öncelikle hepimiz için farklı anlamlar taşıdığını kabul edelim. Sonrasında ise benim en beğendiğim söylem olan; “menşe argüman ne olursa olsun, korku ve kaygının kaybolması durumuna” değinelim. Bu tanımın ucu öylesine açık ki, konunun içeriğiyle ilgilenmiyor bile. İster ekonomik ister sosyal ister kamusal konularla alakalı olsun fark etmeksizin bireylerin güvenlik kaygılarını çatısı altına alabiliyor. Bu konunun bu kadar muğlak olmasının temel sebebi ise biziz. İnsanların dünya üzerinde hangi konularla ilişiği varsa, o insanların güvenlik kaygıları o konular üzerinden vücut buluyor.
İnsan yaratılırken Tanrı’nın bile risk aldığını düşünürsek sanıyorum bizim için risk faktörü hem güvenliğimiz hem de özgürlüklerimiz için büyük önem taşımaktadır. 15. ve 16. yüzyıllarda risk faktörü yalnızca mekan üzerinden tezahür ederken şimdilerde ise zaman faktörü de risk kavramını açıklarken dikkate alınmaktadır. Konuya zaman dahil ediğinde ise okun bir ucu insana dokunmakta ve örneğin küreselleşme, kapitalizm ve terör gibi kavramlar dikkate alındığında risk faktörünün içerisine direkt olarak insan dahil olmaktadır.
Modern dönem dikkate alındığında ise gelenekselde olduğu gibi risk durumları stabil değil, değişkenlik halindedir. Delibaş’a göre insanın “kendi kararları” doğrultusunda değişen dünyası aldığı riskleri de doğal olarak değiştirmekte ve bu bağlamda, aldığı değişken riskler ile birlikte edindiği tehlike durumu farklılaşmakta ve en nihayetinde güvenlik algısı farklı konular içerisinde vücut bulmaktadır.
Anthony Giddens’ın “Üçüncü Yol” eseri dikkate alındığında dışsal riskler olarak; deprem, sel, heyelan gibi gerçekleşimler de dahi insan faktörü bugünlerde etkili olmayı başarmıştır. Aslına bakarsanız insan kendi kendinin riskini oluşturmaktadır. Yapay risklere bakıldığında ise karşımıza bilim ve teknoloji alanında gerçekleşen gelişimler ile birlikte küresel ısınma, kimyasal silahlar, internet bağımlılığı gibi bizim yarattığımız ve aslına bakılırsa doğal risklere nazaran sayıları bir hayli fazla olan aksiyonları var etmeyi başardık.
Okuduğum güzel bir yaklaşım ; “İnsan, bilimsel yolla elde ettiği bilgiyi doğaya tam olarak uyarlamamış, aksine bilim ile elde ettiği bilgiyi, doğadan koparıp, kendi eliyle kendisini olumsuz etkileyen yapay risklerin önünü açmıştır. Bilimsel araştırmalar daha yaşanabilir bir dünya oluşumuna katkıda bulunmak yerine, dünyayı daha yaşanmaz bir hale getirmektedir” diyor. Haksız bulan var mı aramızda ?
Gelelim şu bir türlü ne olduğunu anlamadığımız, anlasak da kendimize göre uyarlamayı pek sevdiğimiz özgürlük kavramına. Ashford’a göre özgürlük; “her türlü dış faktörden bağımsız olarak, sadece kendi isteği doğrultusunda davranabilme kabiliyetidir.” İnandırıcı gelmedi öyle değil mi ? Çünkü şöyle; insan eğer güvende olmak istiyorsa bazı özgürlüklerinden vazgeçmek zorunda. O halde, devletin ortaya çıkma sebebi bu olabilir mi ? Yani insan kendisini güvende hissetmediği zamanlarda onu koruyacak bir mekanizma ortaya çıkartmak istemiş olabilir mi ?
İşte Locke ve Hobbes bunu söylüyor. Toplum kendisini güvende hissetmediği için toplum sözleşmesi temelinde bahsedildiği gibi devlet diye bir şey ortaya çıktı. Bu bağlamda devlet özgürlüklerimizi kısıtlayarak bizim güvenliğimizi mi sağlıyor ? Bu konuya diğer yandan yaklaşıldığında ise; insanlar eğer ki güvende hissettiklerinde özgür olacaklarsa acaba devlet özgürleştirici bir faktör mü ? Nasıl da tartışmaya açık bir konu bu böyle ?
Yukarıda bahsettiğim risk toplumu mevzusuna bir gelelim bakalım bu sorulara cevap alabilecek miyiz ? Beck, bu konuyu iki düzeyde inceliyor. Bu adam diyor ki; Pre düzeyde tehditler ortaya çıkmıştır fakat bu tehditler siyasi çatışmaların konusu olmamaktadır. Post düzeyde ise sanayi toplumu içindeki kurumların bu tehlikelerin üreticisi haline gelmesi ve tehlikeleri kontrol edememesiyle birlikte bahsi geçen risk toplumu meydana gelmektedir.
Bu bağlamda Beck’e göre biz; modernliğin ötesinde bir yaşam tarzını aramaktan ziyade yolumuzdan şaşarak “düşünümsel modernlik” olarak tanımlanan yeni bir modernleşme evresi yaşıyoruz. Çağdaş toplum ise bu noktada, o geleneksel aydınlanma temelli modernliği tehdit ediyor ve radikal şekilde farklı bir değişim ve gelişim gösteriyor. Dolayısıyla normal olarak küresel düzeyde öngörülmesi imkansız yeni siyasal, kültürel ve toplumsal mekanizmalar devreye giriyor. Bu ise ortaya denetlenmesi imkansız ve tamamen kontrol dışı yaşam fraksiyonları meydana getirmektedir.
Çok teorik ilerlediğimizin farkında olmakla birlikte, konu kafama çok yattığı için Beck’in risk toplumu teorisinin 7 belirgin özelliğini belirtmeden geçmek istemiyorum. Sonrasında Özgürlük-Risk ve Güvenlik kavramlarını birleştireceğim.
- Riskleri önceden tahmin edemeyiz. Öngörülemeyen risklere karşı tedbir almamız pek mümkün değil.
- Günümüz güvencesi “sigortalanma” durumu bazı risklere karşı gerçekleşemiyor. Bazı tehlikelere karşı sonucunun öngörülememesi güvencesiz kalmamızı sağlıyor.
- Risk eskiden yalnızca yoksul kesimi ilgilendirirken, küreselleşme ile birlikte artık zengin de güvenlik riski altında. Aslına bakılırsa riski oluşturan kesim, oluşturduğu risk ile tekrar yüz yüze geliyor. “Bumerang”
- Riskler küreselleşme ile birlikte sınır tanımaz hale geldi. Arap Baharı buna en büyük örnek. Tunus’ta başlasa da bir aksiyon, Suriye’de vücut buluyor ve Türkiye’yi etkiliyor. Bununla da kalmıyor Avrupa’ya sıçrıyor. Sınırlar artık riski engelleyemiyor.
- Her konunun bir uzmanı var. Peki ya risklerin ? Beck’e göre bu pek imkanlı görünmüyor. Uzmanlaşma deneyerek, öğrenerek sahip olunabilecek bir statü. Dolayısıyla risk konusunda uzmanlaşıldığında bir meşrulaşma ve normalleşme hali oluşuyor. Bu ise engellenemez olduğundan ortaya tehlike durumu çıkıyor.
- Bugün yok olan ormanlar, toksik kazalar, kirlenen yer altı suları ve denizler, risklerin görünen yan etkileri. Dolayısıyla radyasyon, toksik atıklar, nükleer faaliyetler “gölge krallık” (Beck,1992a: 55) olarak Beck’in isimlendirdiği engellenmek istenmeyen etkiler yaratıyor.
- Bugün bizim meydana getirdiğimiz riskler geleceğe dönük tehlikeler meydana getiriyor. Burada çok önemli bir nokta, geleneksel düzeyde riskler tesadüf eseri oluşurken modern dönemde artık riskleri biz yaratıyoruz. Dolayısıyla çizgi modernleşme ile belirgin hale geliyor. Eğer biz risk toplumunu incelemek istiyorsak bunu iki tarihsel döneme ayırarak incelemek zorundayız.
Eskiden “açım” diyen bireyler artık “korkuyorum” diyor. Yalnızca bu bile güvenlik-risk arasındaki etkileşimin nasıl değişim gösterdiğini gözler önüne seriyor. Bunun sebebi sorgulamaksızın her yeniliğin kabul edilmesinden geçiyor. Çevrenize bakın; aramızda eleştirel yeteneği kuvvetli kaç kişi var ?
Değerlendirme Adı Altında;
Risk toplumu içerisinde var olan güvenlik ve özgürlük kavramları, insan yaşamını anlamlı kılan kavramlardan ikisidir. Bugün etrafımıza baktığımızda ise büyük çoğunluğun ki neredeyse bu dünyanın tamamı -devletsiz toplumlar hariç- özgürlük yerine güvenliği tercih ettiğini görüyoruz. Riskler arttığında devletler, güvenlik politikalarını belirlerken, toplum güvenliği ve özgürlükler ikilemi arası sıkışmış halde buluyorlar kendilerini. Güvenlikçi politikalar bazı kısıtlamaları da beraberinde getirmekte. Bu bağlamda düşünelim ki, özgürlüklerimizden zarar görmemek adına feragat ediyor ve ses çıkartmıyoruz. -Bazılarımız çok da güzel çıkartıyor-
Şimdi… Ses çıkartanlarımız özgürlüklerimiz için çığlık atıyorlarsa, bizim güvende olma durumumuza karşı bir tehdit oluşturmuyor mu ? Diğer yandan özgürlük, güvenlikten önemliyse biz neden ses çıkartmıyoruz ? Yoksa ben şuanda çıkartıyor muyum ?
Güvenlik ve özgürlük bağlamında, denge çok önemli görünüyor. Devletler güvenlik için kişilerin özgürlüklerinden, özgürlük için de güvenlikten ödün vermek zorundalar. Acaba devletler kendi güvenlikleri için bireylerin özgürlüklerini kısıtlıyor olabilir mi ? Bu dengeyi sağlayabilecek dünya üzerinde hangi akıl var ?
Düşünmelik… Özgürlük mü ? Güvenlik mi ?
Hani şu klasik başkasının sınırlarını işgal etmediğin sürece her istediğini yapabilme kabiliyeti mi ? Yoksa korkusuz yaşayabilme marifeti mi ?
Ne zor soru…
Şimdi bu yazıyı çok sevdiğim “Django Unchained” filminde çok da duygusal bir sahnede dinleme şansı bulduğum “Freedom” isimli eser ile tekrar okumanızı istemeden geçemiyorum, ben öyle yapacağım. Tek okumada anlaşılamayacak kadar karmaşık, özgürlüklerimiz kadar değerli, güvenliğimiz kadar önemli bir eser bırakıyorum bu dünyaya…
Hoşçakalın, sevgiler.