Sığınmacıların; kamusal düzene zarar verici hareketleri, siyasi veya genel suç durumu söz konusu olduğunda geri göndermeme ilkesinin istisnai durumunun devreye sokulabileceği bilinmektedir. Ülkesinde sığınmacı bulunduran devletler bu kişileri sınır dışı etme hakkına sahiptirler.
Ülkemizde göç olgusu tarih boyunca sürmüş ve halen sürmekte olan bir olgudur. Türkiye’de 10 milyonu aşkın yabancı uyruklu kişi bulunmakta olup ülke içinde oldukça büyük bir grup oluşturmaktadırlar. Bu da Türkiye’yi mülteci konusunda ev sahipliği yapan en büyük ülke konumuna sokmaktadır. Özellikle Suriye İç Savaşı sonrasında sığınmacı konusunda oldukça fazla bir artış yaşanmıştır.
2021 yılında toplanan verilere göre 2021 yılı itibarıyla “geçici koruma” kapsamında Suriyeli sayısı 3,7 milyon kişidir. Afganistan nüfusunun en az 500.000 kişi olduğu tahmin edilmektedir. 2021 yılında Pakistan’dan 150.000 kişinin Türkiye’ye giriş yaptığı tespit edilmiştir. Şu an ki konumda ülke sınırlarında kontrolsüz bir göç hareketinin ivme kazanması nedeniyle bu sayıların bugün ne kadar gerçekçi olduğu konusu tartışmaya açık bir konudur.
Göç herhangi bir şekilde bağlı olduğu toplumda sosyal, ekonomik ve politik etkiler bırakmaktadır. Göçün ortaya çıkardığı bu problemlerin sonucunda süreci yakından takip edip çok yönlü etkileşimler ve politik çözümler bulunmalıdır. 51 Cenevre sözleşmesine imzacı olan Türkiye özellikle Suriye iç savaşıyla beraber yaşamlarını sürdürmek, savaştan kaçıp kurtulmak, yeni bir hayat kurmak isteyen Suriye halkına sınırlarını açmış ve bu insanlara anlaşma içeriğince “sığınmacı” statüsü vermiştir. Ve bu konu sadece Suriyeli sığınmacı özelinde değil şu an ülke gündeminde her gün farklı bir olayın kaynağı olan Pakistan ve Afganistan asıllı sığınmacılar içinde geçerlidir.
Nitekim bu insanlar din konusunda benzerlikler, sınırdaş olmak ve Orta doğu ülkelerine bakıldığında daha seküler bir hayat sürebileceklerini düşündükleri Türkiye’ye zorunlu olarak göç etmeye başlamışlardır. Çoğunun amacı Türkiye’yi transit ülke olarak kullanarak Avrupa’da yaşanabilir bir hayat kurmaktır. Avrupa’nın mülteci konusuna uzak olması, toplumuna almak istemeyişi, konuyu uzaktan takip etmeleri ve çoğu zaman umursamamaları uluslararası bir sorun olan sığınmacılar konusunda Türkiye’nin tek kalmasına sebebiyet vermiştir.
Avrupa devletleri çok az sığınmacı kabul etmiş ve kendi toplumsal düzenlerini düşünüp sığınmacıların sağlanan para yardımı karşılığında Türkiye’de kalmasını önermişlerdir. Problem zamanla Türkiye’nin problemi gibi görünmeye ve algılanmaya başlamıştır. Oysa göç ve sığınmacı probleminin uluslararası bir problem olduğu bilinmektedir. Bu konu özelinde her devlet üstüne düşen görevi yerine getirmeli ve bir devletin üzerine tüm yükü bırakılmaması gerekmektedir.
TÜRKİYE VE SIĞINMACI KARŞITLIĞI
Son dönemlerde ülkede artan sığınmacı karşıtlığı neredeyse toplumun her kesiminde ortak bir payda oluşturmuştur. Türkiye sınırında düzensiz ve sorgusuz bir göç furyası başlamış ve sınırlardan akın akın gelen göçmen videoları görmek vatandaşların doğal olarak korku ve endişe duymalarına sebebiyet vermiştir.
Göçmen karşıtlığının bir anda ivme kazanmasının esas nedeni sığınmacıların sosyal medya hesaplarından Türk kadınlarını taciz edici içerikler paylaşmaları, kamusal düzen huzurunu bozmaya yönelik hareketlerde bulunmaları, büyük veya küçük gruplar halinde şiddet ve şiddet içerikli silahlı aletlerle atılan videoların artış göstermesinden kaynaklanmaktadır. Bu bize göstermektedir ki birbirini sindirmemiş farklı toplumların birden karşı karşıya gelmeleri sırasında yaşanılan kültür farklılığı, entegre olamama sorunları beraberinde büyük problemlere yol açabilmektedir.
1951 SÖZLEŞMESİ – GERİ GÖNDERMEME İLKESİ (33/1)
1951 sözleşmesi Cezalandırmama, ayrımcılık yapmama ve geri göndermeme ilkelerini kapsamakta ve mültecilerin iltica devletlerinde temel haklara erişebilmesini sağlamaktadır. Geri göndermeme ilkesine istisnai bir madde konulmuş ve bunu özellikle Fransa istemiştir. Madde (33/2)’ ye göre geri göndermeme ilkesi, bulunulan ülkenin güvenliğine tehdit teşkil ettiğine dair ciddi sebepler bulunan görece ağır, siyasi olmayan genel suçlardan dolayı ülkenin kamu düzenini bozan, halk açısından tehlike arz eden mülteciler için sınır dışı etme hakkı ülkelere verilmiş durumdadır. Madde 32 (1)’ in “Devletlere ulusal güvenlik ve kamu düzeni gerekçeleriyle mültecileri sınır dışı etme hakkı tanımıştır. ” Bu konunun yol açtığı bazı tartışmalar söz konusu olmuştur.
Toplumun hâlâ bir kısmı bu konuyu ırkçılık olarak ele alıyor olsa bile durum böyle değildir. Ülkedeki vatandaşların en büyük ortak paydası ırkçılık temelinde değil ‘düzensiz göçün ülkeye vereceği ve vermekte olduğu zararlar’ hakkındadır.
51 sözleşmesi dolayısıyla sığınmacı statüsü verilen ülkede her türlü vatandaşlık hakkına sahip olan sığınmacıların; kamusal düzene zarar verici hareketleri, siyasi veya genel suç durumu söz konusu olduğunda geri göndermeme ilkesinin istisnai durumunun devreye sokulabileceği bilinmektedir. Ülkesinde sığınmacı bulunduran devletler bu kişileri sınır dışı etme hakkına sahiptirler. Bunun herhangi bir biçimde ırkçılıkla alakası yoktur. Ülkenin birincil görevinin kendi vatandaşlarının güvenliğini sağlamak olduğunun altı çizildiğinde bunun anlaşılması güç bir durum olmadığı açık ve nettir.
Toplum huzurunu bozan herhangi bir davranışın sonucunda ülke vatandaşı nasıl cezai bir yaptırımla ceza alıyorsa, bu durumda da sığınmacılara sözleşme maddesinin uygulanmasının herhangi hatalı bir yanı veya yanlışı yoktur. Ülke içerisinde güvenliği tehdit eden, toplum huzurunu kaçıran herhangi bir sığınmacı için ‘insani boyutta kalması gerekli’ sözlerinin arkasında herhangi bir dayanağın olması gereklidir. Eğer bu zamana kadar ülke genelinde göçmenler konusunda eksik politikalar izlenmiş, entegre problemleri çözülmemiş ve hali hazırda çözülmeye niyet edilmemişse ‘insani boyutta kalmaları gerek’ demek hümanizm değildir. Hele ki bu konu üzerinden insanlara ırkçılık vasfı yapıştırmaya çalışmaksa deyim yerindeyse ahmaklıktır.
Sığınmacılar konusunda iktidar ve muhalefet kanadından konuyla ilgili sürekli tartışmalı açıklamalar gelmeye devam etmektedir. Politik bir sorun olan sığınmacılar konusunda ana muhalefet ve iktidar yine ayrılıkçı bir yol ve tutum izlemektedirler. Ana muhalefet sığınmacıların gönderilmesi konusunda ılımlı ve sıcak tavırlar sergilerken, iktidar kanadında bu durum bu şekilde karşılanmamaktadır. Ülke vatandaşlarının güvenliğini, huzurunu ve refahını baz almak zorunda olan iktidarın bu konu hakkında toplumu dikkate alarak hareket etmesi beklenmektedir. İktidar tarafından sürekli medyada öne sürülen din kardeşliği vurgusunun toplum içinde tepkilere yol açtığı ayrıca gözlemlenmektedir. Sığınmacı problemi özellikle Türkiye özelinde ‘din kardeşliği’ ile bağdaştırılabilecek bir konu olmaktan çıkmaktadır. Çünkü; Türkiye Cumhuriyeti laik ve demokratik bir devlettir.