Bu hafta sizlerle anlam karmaşası olan iki ifadeyi (İşgal ve fetih) ele alıp anlamlarını tarihsel süreçte inceleyeceğiz.
Kıymetli okurlarım bilindiği üzere bazı ifadeler aynı anlamı taşımasına rağmen farklı kelimelerle anlatılır. Bunun farklı nedenleri olabilir. Anlam farklılığı, kullanılan kelimelerin ifade edilmek istenilen meseleyi karşılayıp karşılamaması akla ilk gelen nedenlerdendir. Bu hafta sizlerle anlam karmaşası olan iki ifadeyi ele alıp anlamlarını tarihsel süreçte inceleyeceğiz.
Bilindiği üzere tarih boyunca insanoğlu çeşitli nedenlerle savaşa başvurmuştur. Kimi savunma kimi saldırı kimi üstünlük sağlama kimi tehdidi ortadan kaldırma gibi birçok sebeple savaş çıkmıştır. Savaşların genel sonuçlarından birisi toprak parçalarının el değiştirmesidir. İşte tam bu noktada akla şu soru gelir. El değiştiren topraklar işgal mi edilmiştir, fethedilmiş midir?
Dilerseniz ilk olarak kelime anlamlarına bakalım. İşgal kelimesinin anlamı; bir toprak parçasını ele geçirmek, alıkoymak veya yer kaplamaktır. Fethetmenin kelime anlamı ise; savaş sonucu toprak ve/veya yaşam alanlarını (Köy, Kasaba, Şehir, Ülke) ele geçirmek, kendine bağlamak, kazanmaktır. Birisi ele geçirip alıkoymak, diğeri ele geçirip kazanmak ve bağlamak anlamındadır.
Bu iki kelimenin tarihsel kullanımına bakmak gerekirse şöyledir. İşgal etmek, bir savaş sonrası ele geçirilen toprakların zenginliklerini, varlıklarını alıkoymak, yaşayan halka zulüm etmek, katliamlarda bulunmak veya halkı sürgün etmektir. Örneğin Kudüs işgalinde, Tripoliçe Katliamında, Bulgar İsyanlarında olduğu gibi örnekler verilebilir. Bu ve buna benzer yüzlerce işgal örneğinin ortak yanı savaşı kazananların ele geçirdikleri yerlere ait hemen her türlü zenginliği adeta çalması, kaynaklarını sömürmesi ve en önemlisi halka karşı tutumlarıdır. Özellikle Müslümanlara ve Yahudilere karşı katliama girişilmesidir. Batı medeniyetinin hemen hemen yaptığı tüm savaş kazanımlarında ne yazık ki işgal vardır. Sömürgecilik düzeninde de aynı şekilde işgal geçerlidir.
Fethetmekte ise, savaş sonucu kazanılan toprakların veya yaşam alanlarının kılıç hakkı diğer tabirle ganimet hariç varlıklarına ve zenginliklerine dokunulmaz. Yaşayan halk fethedenlerin emrine girer lakin yaşam şekilleri değişmez hatta çoğu zaman daha refah bir yaşam olur. Bu duruma İstanbul’un fethi, Kudüs’ün Hz. Ömer (r.a.) daha sonra da Sultan Selahaddin Eyyubî tarafından fethi, Anadolu’nun fethi, Belgrad’ın, Sofya’nın, Bosna ve Hersek’in, Selanik’in fethi gibi birçok örnek verilebilir. Fetihler sonrasında yaşayan halk tamamen özgürüdür. Gitmek isteyen de kalmak isteyen de kendi iradesiyle hareket edebilir. Tarlasını süren çiftçinin, pazarda satış yapan tüccarın malları yeni yönetim tarafından garanti altındadır. Zulüm, katliam yaşanmamıştır. Ve en önemlisi kılıç ile alınan topraklara gönül erlerinin yerleşmesiyle kelime anlamında olan “Bağlamak,” fiili gerçekleştirilir.
1071 Malazgirt Zaferi sonrasında Anadolu, Türk’e yurt oldu. Toprak ve coğrafya olarak evet ama asıl yurt olma fiili şöyle gerçekleşmiştir. Adil ve güvenli bir yönetimin yanı sıra Hoca Ahmet Yesevî çeşmesinden yayılan gönül erlerinin bu topraklara kurdukları köklü ocaklar ve örnek olacak yaşamları sayesinde yaşayan halkın gönüllerinde yer etmeleriyle gerçekleşmiştir. Bu durum zaman sonra halkın çoğunun İslam dinini seçmesine neden olmuş, Orta Asya’dan gelen boylarla birlikte yepyeni bir toplum oluşmuştur ve kimse kimseden ayırt edilmemiştir.
Sevgili okurlarım, bu yazıdan çıkarılacak bazı durumlar vardır. İlki, İşgal ve Fethetmek kelimelerini doğru kullanmak gerekliliğidir. İkincisi, Batı ile Doğu medeniyetlerinin olaya bakışıdır. Batı hep işgalci, katliamcı, yağmacıdır. Doğu yani Türkler ve İslâm ile birlikte doğu medeniyeti ise, gönüllere hitap ederek, adil ve hakkaniyetli olarak toprakları fethetmişlerdir. Bazen sosyal medyada karşımıza çıkan; “Türk katliam yapmamıştır! Türk’ün tarihinde katliam yoktur, lakin Türk her daim katliama maruz kalmıştır.” Sözleri gerçekten de doğrudur. Zaten eğer Türk, katliam yapmış olsaydı herhalde yeryüzünde karşımızda savaşacak toplum bulunamazdı. Bunun aksi tek örnek Moğol istilası dönemidir. Moğolların Türk kökenli oldukları büyük ihtimalle doğrudur. Lakin bu meseleyi ben tarihçilere bırakmak istiyorum. Benim değinmek istediğim konu başkadır.
Türkler, yani ecdadımız eğer istilacı, yağmacı, katliamı bir millet olsaydı, Moğol, Göktürk ve Uygur Devletlerinden sonra Çin, Atilla’dan sonra Avrupa, Osmanlı’dan sonra Hindistan ve Afrika halkları ya kalmazdı ya da bir daha kendilerinde savaşacak kudreti bulamazdı. Son olarak sevgili okurlarım, ecdadımızın elindeki güç ve meziyetler Batı’nın elinde olsaydı tarihte örnekleri olması nedeniyle açıkça söyleyebilirim ki, beşikte bir bebeğimizi bile bırakmazlardı. Çünkü onların bu noktadaki anlayışı her daim, “Türkler yok edilmelidir” ve/veya “Orta Asya’ya sürülmelidir,” olmuştur. Bu duruma; Ermeni zulmü, Bulgar isyanı, Yunan katliamları, ABD’nin Irak katliam ve zulümleri hemen herkesin bilip hatırladığı en basit örneklerdir, diyerek sözlerime son veriyor ve hepinize esenlikler diliyorum.