Kıymetli okurlarım bu hafta sizlerle “Dünden Bugüne” diyerek başladığım meselelerden biriyle devam edeceğiz. Yolculuğumuzun bu haftaki durağında geçmişten günümüze iktidar güç sahiplerinin topum düşüncesini belli perspektiflerle ele almaya çalışacağım.
Tarihin derin ve tozlu raflarında yerini alan binlerce yıllık yolculuğun büyük kısmında yönetenler ve yönetilenler arasındaki meseleler sözüm ona sürekli gündem olmuştur. Her yönetici grubu yönettiği toplumda kalıcı bir iktidar gücünü elinde bulundurmak istemiş ve ondan vazgeçmemek için çeşitli yöntemler kullanmıştır.
İlk toplumlardan günümüze bu yapısal durum değişmemiş ama uygulanan yöntemler elbette değişmiş ve gelişmiştir. İktidar sahipleri kimi devirlerde gücü elinde bulundurmak için normalin ötesinde reaksiyonlar sergileyerek topluma ve rakiplerine baskı ve zulüm yöntemini seçmiş ve kendi gücünü hâkim kılmak istemiştir. Kimi zaman iktidar gücünü orantılı olarak paylaşmayı göze almış ama temel iktidar gücünü elinden bırakmamıştır.
İnsan düşünce gelişimi, iktidar ve toplum arasındaki düzeyi ve uygulama yöntemlerini belirleyen esaslar arasında olmuşsa da toplum yaşam biçimleri, sahip olunan imkânlar ve din en etkili nedenlerdendir. Özellikle din, toplumları bir sınır içinde tutma, istek ve düşünce limitleri belirleme konusunda kullanılan en etkin araç olmuştur.
Elbette bu durum hem iyi hem de kötü olarak ele alınabilir. Orta Çağ karanlığı diye tabir edilen dönemde baskı ve zulüm rejimleri ne kadar üst ve ileri düzeydeyse, Türk Devletlerinde uygulanan yönetim şekli ve İslâm dininin getirdiği iktidar anlayış ve yönetimi yani rejim şekli o denli paylaşımcı ve adil bir düzen üzerine kurulmuştur. Bu noktada resmin ana sorusu şudur, iktidar neden vardır? Bu soruya verilen cevap eğer güce sahip olmak ve onu elinde tutmak ise yönetim baskı, zulüm ve yıkılmaya mahkûm olan esaslar üzerine kurulmuştur. Lakin cevap eğer topluma hizmet ve görevi yerine getirmek ise işte o zaman iktidar ve güç bir araç olarak kalır ve yönetim, temelleri sağlam sütunlar üzerine kurulur.
Adalet, eşitlik, hakkaniyet, toplum emniyeti, güvenliği ve yaşam standardının gelişimi, görev ve sorumluluk bilinci gibi sayılabilecek dinamikler merkezde yer alır. Bu nedenle orta çağ Avrupa’sında bilim ve sanat ilerleme kaydedemezken, doğu kültür ve medeniyeti halen bilime temel olan meseleleri o dönemde medreselerde öğretiyorlardı. Batıda hastalıklara cin, şeytan gibi nedenler uydurulur ve bazen kişiler diri diri yakılırken doğuda ilaçlar, merhemler geliştiriliyordu.
Orta Çağ’da ve tarihin belli dönemlerinde dini kullanarak toplum ve iktidar üzerinde bir güç oluşturulan zamanlara Avrupa’da çokça rastlanır. Engizisyon döneminde Hıristiyanlığı kullanan din adamları bilindiği üzere kralları bile aforoz edecek güce sahiplerdi ve bu durum onları sarsılmaz bir güç hâline getiriyordu. Eski Roma döneminde de, derebeylik dönemlerinde de benzer uygulamalar olmuştur. O dönemlerde krallar gücü ellerinde tutmak için hem dini hem savaşları kullanmışlardır.
Savaş neden bu durumun içindedir, çünkü savaş; yetkinin toplanması ve güç sahipleri dışındakiler için yaşamın sınırlandırılması anlamına gelir. Örneklere Sovyet Rusya komünizmi de eklenebilir. Hem siyasal hem dini açıdan baskıcı unsurları topluma dikta ederek gücü yekpare kontrol altında, yani elinin altında bulundurma biçimlerine ne isim verilirse verilsin sonuç ve amaç aslında aynıdır.
Türk ve İslâm medeniyetinde durum nasıldır? Bilindiği üzere ilk Türk devletlerinden bugüne değin yaşamış neredeyse tüm krallıklar, devletler, imparatorlukların ortak özelliklerinden birisi “Divan” meclisleriydi. Divanlara yaşlı yani tecrübeli askerler, din adamları, akıl kişiler seçilirdi. Bu seçim akrabalık veya babadan oğla değil beceri ve ilim ile olurdu.
Örneğin, Semerkant da yaşayan bilge bir adam Rey şehrindeki divana çağrılır fikri alınırdı. Elbette hanlık, hanedanlık babadan oğula geçmiştir fakat yönetim yetkisi divanlar ve toylar aracılığıyla paylaştırılmıştır. İslâm sonrası bu duruma “Meşveret” denilen yeni bir biçim eklenmiştir. Kelime anlamı danışmak, fikir almak demektir. Örneğin, İslâm devletinde Peygamber Efendimizden sonra başa geçen halifelerden Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman peygamber ailesine akrabalığı neredeyse yoktur. Onları halife yapan şey ileri görüşlülükleri ve peygamber efendimizin yanında pişmiş olmalarıydı. Hz. Ali (r.a) her ne kadar efendimizin akrabasıysa da halife seçilmesinde bunun etkisi olmamıştır. Sonraları da, tayin edilen valilerin ve devlet başkanlarının yönetim ve idare anlayışlarında paylaşma, fikir alma, hesap verebilme konularına hassasiyet gösterdikleri birçok örnekle sabittir.
Bu konuya verilebilecek bilinen örneklerden birisi; Osmanlı Padişahı ve Fatih olan Sultan Mehmet hakkında ki kıssadır. Malumunuz yabancı ve gayrimüslim olan mimar yaptığı kusurlu sayılan iş nedeniyle adamın kolunun kesilmesi ve konu yargıya taşınmıştır. Görülen dava sonucu yargının Fatih Sultan Mehmet Han’a ceza vermesi ve İslâm’da çok caydırıcı bir ceza olan “Kısasa kısas” olarak kolunun kesilmesine hüküm verilmesi olayı çok manidardır. O olayda, cezayı veren kadı ile padişah arasında da şöyle bir mesele geçmiştir,
Fatih Sultan Mehmet Han davanın görüleceği salona kılıcıyla girer ve kadının hükmü vermesinden sonra kılıcını çekerek kadıya, “Eğer adil bir karar vermeseydin bu kılıçla kelleni alırdım.” der. Bunun üzerine kadı oturduğu minderin altından bir gürz çıkarır ve şöyle cevap verir, “Eğer adil karara padişah olduğun için itiraz etseydin başını bu gürz ile ezerdim!” der. Koca cihan padişahına karşı kadı bu cesareti nereden alıyor dersiniz? Elbette İslâm’ın adalete verdiği büyük ehemmiyetten ve güçten alıyor. Öyle ki, adalet konu olunca iktidar sahipleri bile gerektiğinde adalet karşısında titremek durumundadırlar. Çünkü inanan bir iktidar sahibi için önemli olanın güç değil o gücün kendisine görev olarak verildiği ve görevinin topluma hizmet olduğunun bilincinde olmasıdır. Ve elbette Allah’ın (c.c.) “Yapılan her zerre iyiliğin de, kötülüğün de karşılığının olacağı,” vaadidir.
İnanç, yani dinin iktidar üzerinde tartışmasız bir etkisi olduğu doğrudur. Bu etkinin önemli olan kısmı, kişilerin yani iktidar sahiplerinin gücü nasıl kullanmayı tercih ettikleridir.
Kıymetli okurlarım. Düşünce ikliminde tarihin sayfalarına baktığımızda karşımıza binlerce örnek çıkar. Hepsi aslında bir ibrettir ve ibret, alınması gereken önemli bir durumdur. Tarihin tekerrürden yani hatalardan ibaret olmaması için ibret alınması hususu önemlidir. Geçmişini bilmeyenlerin geleceklerini inşa edemeyeceklerini söyleyen atalarımıza ve halka hizmet hakka hizmettir diyerek yaşamış tüm iktidar sahiplerine selam olsun diyor hepinize esenlikler diliyorum.