İstanbul artık insan kusuyor… araç kusuyor… bina kusuyor… Böyle bir yazıyı uzun süredir yazmak istiyordum ama bir türlü fırsat olmamıştı. Kısmet bugüneymiş.
Bildiğiniz üzere İstanbul dünyanın en büyük ve en kalabalık şehirlerinden biri. Tarihler boyu güzelliği ile nam salmış olan bu şehir günümüzde kaos ve çirkinlikleriyle gündeme gelmeye başladı ne yazık ki.
Geçtiğimiz günlerde iş için İstanbul‘a araçla gitmem gerekti. Ve tabi ki herkes gibi bana da, daha gitmeden trafik stresi bastırdı. Acaba şu saatte mi gitsem, şu köprüden mi geçsem, şu yolu mu kullansam. Ama ne yaparsam yapayım bir şekilde o tekerlekli demir yığınlarının ve egzoz dumanlarının arasında buldum kendimi. Sağa da kaçsanız, sola da kaçsanız hiç bir şey değişmiyor ve araç kuyrukları sizi boğup öldürüyor.
Sadece taşıtlar mı ? Tabii ki hayır. Özellikle Ümraniye Ataşehir’den başlayarak o koca koca binalar resmen üzerinize doğru geliyor. Sanki onlar birer dev ve sizi ezecekmiş gibi fırsat kolluyor. Çevre yolundan çıkmadan dosdoğru tünele girip karşıya geçtim. Eğer ki işim bu bölgede olsa sanmıyorum ki bu binaların arasından güneşi görebileyim. Hoş zaten bir de yağmurlu ve bulutlu bir hava olduğu için lafımı değiştiriyorum, gökyüzünü görebileyim.
Son derece modern binalar olduğu kadar hilkat garibesi olanlar da var. Ufacık bir binanın yanında onlarca kat olanlar da. Nasıl bir şehirleşme, nasıl bir şehir planı var anlamakta güçlük çekiyor insan. Tünelden çok rahat geçtiğimi söyleyebilirim. Özellikle eski İstanbul ve tarihi yarımadada işiniz varsa en güzel yöntem bu gibi görünüyor. Zaten bu bölgeye geldiğiniz zaman tarihle baş başa kalıyorsunuz. Tabi kalabalık ve kargaşayla da. Eski İstanbullular şimdiki halini gördükçe ya da büyüklerinden duydukları hikayelerle bugünü karşılaştırdıkça ağlıyorlardır herhalde hallerine. Karaköy, Galata, Bankalar Caddesi gibi yerlerdeki o eski binaların güzelliklerini görünce ben bile duygusallaşıp, mahvetmişler güzelim şehri dedim.
O binaların hepsinde bir sanat eseri havası var. Taşlardaki işlemeler, kapılar, pencereler, binaların şekilleri gerçekten kendine hayran bıraktırıyor. Ve bu binaların hemen hepsinin gayrimüslimler tarafından yapıldığı insanın aklına gelince daha da kahroluyor. Acaba başka milletlerin elinde kalsaydı bu güzel şehir çok daha güzel bir şekilde bugünlere gelir miydi diye de düşündürüyor. Roma, Prag, Edinburgh gibi çok tarihi şehirleri gezdiğim ve tarihlerine, şehirlerine nasıl da sahip çıktıklarını gördüğüm için bu düşünceye varmamaktan kendimi alamıyorum. Tabi bu şehre Osmanlı’nın bırakmış olduğu eserlerin güzelliklerini de göz ardı etmemek şartıyla.
Ve tabi ki insanlar. Bir şehri güzelleştiren de çirkinleştiren de içinde yaşayan insanlardır. Uzun süredir Orta Doğu kökenli turistlerin ve belki de artık Türkiye’ye yerleşmiş olanların fazlalılığından çoğu İstanbullu şikayet ediyor. Ben de bu son gidişimde gerçekten de popülasyonlarının fazlalaştığını gördüm. Benim için din, dil, ırk fark etmez. Kurallara ve kanunlara uyulduğu, etrafa rahatsızlık verilmediği, kentin ve ülkenin dokusuna zarar verilmediği sürece. Çünkü eğer ki biz bu insanları dışlarsak o zaman uzun yıllar önce başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine göç etmiş vatandaşlarımıza, gurbetçilerimize ırkçı davranış gösterenlerden hiç bir farkımız kalmaz. Ama yukarıda belirttiğim şartları sağlamak koşuluyla.
Bu izlenimimi aktararak, bu yazının asıl konusuna da giriş yapmış oldum aslında. İstanbul ve çevresindeki şehirler plansız büyümenin sonucu olarak zaten uzun yıllardır Anadolu’dan göç alıyorlar. Yani İstanbul’un sorunu sadece Orta Doğulular değil bizim kendi vatandaşlarımız da. Bunda o insanlara da suç bulamıyorum. Çünkü “İstanbul’un taşı toprağı altındır” diye bir deyim var ve bu onlarca yıldır dile getiriliyor.
Sivas şehrinde yaşayandan daha çok Sivaslı İstanbul’da yaşıyor. Sadece Sivas değil, eminim diğer pek çok ilimiz için de aynı şey geçerlidir. Niye geliyor bu insanlar bu koca şehre ? Bu sorun nasıl çözülür ? Çözmek istiyor mu bu ülkeyi özellikle 70’li yıllardan beri yönetenler ? Çözmek için nasıl çalışmalar yapıyorlar ? Açıkçası ben pek bir şey yaptıklarını sanmıyorum. Yoksa 2021 sayımlarına göre İstanbul’un nüfusu 15.634.257 olur muydu ?
İstanbul artık insan kusuyor, araç kusuyor, bina kusuyor. Şehir resmen nefes alamıyor. Bunu belki içinde yaşayanlar anlayamıyor fakat bizim gibi belli süreliğine oraya gidenler öyle üzülerek gözlemliyor ki.
Bu durum nasıl düzeltilebilirin cevabı çok basit ama dediğim gibi bizi yönetenler ve büyük iş adamları, sanayiciler elini taşın altına sokmak isterler mi ? Bakın Almanya’ya. Dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahipler ve ülkenin her şehri bir markasıyla global piyasaya açılmış durumda. Sadece otomobil sektörüne bakmak bile bize pek çok şeyi gösteriyor.
Wolfsburg’da Volkswagen’in, Stuttgart’ta Mercedes, Münih’de BMW’nin fabrikaları var. Diğer markaları saymıyorum bile. Almanların kafası basmıyor muydu ki tüm markaları aynı şehre yapıp lojistik olarak rahatlasınlar. Ama onlar öyle yapmamışlar ve hepsini çeşitli şehirlere dağıtmışlar. Eğer ki bunu bilinçli yapmadılar ve doğal bir süreçle olduysa bile bunu değiştirmeyip devam etmişler. Bu sayede ne kazanmışlar peki ? Her şehir kendi çapında gelişmiş.
Çünkü bir otomobil fabrikası demek beraberinde yan sanayi fabrikalarını da yanında getirir. Bizde ise hemen hepsi üç şehirde. İstanbul, Bursa ve Kocaeli, biraz da Sakarya. Böyle olunca da ne oluyor ? Tüm Anadolu iş bulma hayaliyle bu şehirlere göç ediyor. Ve iş içinden çıkılmaz bir sarmal haline geliyor. Halbuki bunu Anadolu’nun kurak topraklarına yaysak. Hadi onu da geçtim en azından limanlara yakın şehirlerine götürsek fena olmaz mı ? Aslında çok uzaklara gitmeye de gerek yok. Hemen önümüzde bir Aksaray örneği tüm şanıyla duruyor.
Zamanında Mercedes’in fabrikasının buraya kurulmasıyla başlayan fabrikalaşma şu anda bambaşka noktalara getirdi şehri. Zamanında ufak bir ilimizin ilçesi olan şehir günümüzün sanayileşme merkezlerinden birisi olma yolunda hızla ilerliyor. Mercedes-Benz dışında, Brisa, Sütaş, Doğuş Çay, Colin’s, LC Waikiki vb. pek çok büyük fabrika ve beraberinde yan sanayi fabrikası Organize Sanayi Bölgesi’nde birbirinin peşi sıra sıralanıyorlar. Aksaray Üniversitesi sayesinde bu fabrikaların ihtiyacı olan kalifiye elemanlar da yetiştiriliyor. Zamanla Anadolu’nun göç alan bir şehri olması muhtemel. Bu sayede kültür, sanat ve eğlence hayatının gelişmesi de kaçınılmaz olacaktır. Umarım önümüzdeki yıllarda devletimiz ve önemli iş adamlarımız bu konuya daha fazla eğilirler. İş adamlarımız yatırım yaparlarken devletimiz de onların önünü teşvikler ve yardımcı yasalarla açarlar.
Yeni yıldan kendim ve tüm sevdiklerim için dilediğim güzel şeyler dışında, ülkem için de ekonomimizin normalleşmesi ve tüm halkımızın sağlıklı ve mutlu günler geçirmesi en büyük dileklerim olacaktır.
Hepinize mutlu yıllar dilerim sevgili okuyucularımız.