Büyüdük. Büyüyoruz. Bu büyüme içimizde ki çocuğu uyandırırken aynada ki bizi ayakta uyutuyor.
Değerler, değerlerimiz diye tutturduğumuz hiçbir kavramın hakkını veremiyoruz. Savurduğumuz her bir detayın altında eziliyoruz.
Kimliklerimiz, iliklediğimiz düğmelerimiz ve beraberinde ki tevazu gösteremediğimiz her şey, sevmek ve sevilmek üzerine bin bir edebiyat tasladığımız eşsiz cümleler, kulaklarımızı tıktığımız ve yalın çıplaklığı ile gözümüze sokulurcasına gösterilen ancak görmek ile bakmak arasında ki ince çizgiyi tutturamadığımız ne varsa saygı kelimesinin ağırlığı altından maalesef kalkamıyor.
“Saygı insanî zorunluluktur.” diye binlerce seminer düzenleyebilirsiniz.
Propagandalar, duyurular, kamu spotları ve aklınıza gelebilecek ne varsa billboardlar üzerine basıp ülkemizin her yanına yayabilir, duyurabilirsiniz ancak kabul edelim ki; bizler bu kavramın yakasından tutup çöp kutusuna tıkalı çok oldu.
Buna ikili diyaloglar ile başlayıp, kişisel alanların ihlalleri adına milyarlarca kelime türetebilirsiniz. Tekmelediğimiz ve törpülemekten kaçındığımız saygının gerekliliklerini unuttuk.
Hiç olmadığı kadar egolarımızın eline verdiğimiz tasmalarımız bu denli sert çekilmemişti. Şımarıklığımızın beraberinde getirdiği ahlaksızlık ve seviyesizlik olguları, ayaklar altına alınan ama aslında en çok sahip olmamız gereken saygıyı adeta parmakla gösterir hale getirdi.
“Deodorant ve diş macunu kullanmak yasal hale gelsin!” dedirten insanlara, otobüste kısa mesajların adeta içine düşmemek için tutamaçlara daha sıkı sarılan teyzelere, şort giydi diye lekelenen ama türbanlı diye de ötekileştirilen kızlarımıza/kadınlarımıza lafazanlık yapmak yerine aynaya bakıp “Ben kimim?” diye sormamız gerekiyor.
Günümüzde hala kendimizi geliştirme hususunda taş devri ile yarışıyor olsak da, takıntılarımız “Kız kısmı” ve “Erkek adam” mantığından arınamıyor.
Öyle ki; 5 yaşında sünnet olan erkek çocuklarının henüz gelişmediği ve kendisinin dahi farkına varmadığı namahrem alanını en yakınlarına sanki sırf o sünnet olmuşçasına gösterirken, kızlarımız regl oldu diye marketten aldıkları petleri siyah poşete sardığımız ülkenin adıdır Türkiye.
Finalinde ayrımcılığı, kayırmayı ve ahlaksızlığı kovalayan bu kavramlar saygıyı hiç ulaştıramadığımız nice ocaklarda “Gelenek” adı altında yaygınlaşıyor.
23.00’da sokakta görmeye pekte alışamadığımız kadınlarımızı pekâla çirkince yargılıyorken, sabaha dek sokaklarda korkuya sebep olan erkeklere sadece “O erkektir, yapar!” mottosu ile yaklaşıyoruz.
Bununla sınırlı mı? Maalesef ki hayır. Sokaklara yerleştirilen kedi-köpek kulübelerine, su taslarına dahi tahammülümüz yok.
Sırf keyfimiz için ciğerlerimizi şenlendirdiğimiz sigara izmaritlerini su kaplarına bırakıyor olmamızın anlaşılır, izah edilir yeri yok.
Ve evet bir de özgürlük alanımızı bir türlü belirleyemediğimiz gerçeği var ki, bunun bir başkası tarafından uyarı alabilecek kadar sınırsız olduğu apaçık ortada.
Tam da bu noktada saygıya ne denli muhtaç olduğumuzun farkına bir kez daha varıyorum.
Bunun dil, din ve cinsiyet ayrıştırmaksızın mecburi bir kavram haline geldiğini çok çabuk unuttuk.
Umuyorum ki, gelecek nesillerde saygı sadece 5 harfli bir kelime olmaktan çıkar ve hak ettiği değeri bulur çünkü bugün ne yazık ki çiğnenmekten ayağa kalkamıyor.