Sahi sanatçı kime deniyordu? Popüler kültürün, bilhassa teknolojinin nimetleriyle birleşerek oluşturduğu bir algı oluştu. Dijital içeriklerle az biraz uğraşan herkese sanatçı diyebiliyoruz.
Aslında bu tarz insanları, böyle büyük bir tanımın içine sokan maalesef izleyici kitlesinin ta kendisi oluyor. Ama sanatçılık böyle basite indirenebilecek bir anlam değil midir? Bu anlamı neden kaydediyoruz?
Atatürk‘ün söylediği üzere, “Sanatkâr, toplumda uzun mücadele ve gayretlerden sonra alnında ilk ışığı hisseden insandır.” Böyle büyük bir görüşe ve yeteneğe sahip asıl sanatçılara büyük bir haksızlık yapıyoruz. Sanatseverlerin değil ama izleyici kitlesinin çıtası maalesef düşüyor. Bunda sosyal medyanın içine gömülen bir hayat tarzımız olması da etkili oluyor.
Her klavye başına geçen yazar, her kamera arkasına geçen yönetmen, her kamera önüne geçen oyuncu mudur? Tabi ki hayır. Sanatçı; bir kültürün, bir geleneğin emanetçisidir. Ve gerçek sanatçıların her biri, bir düşüncedir.
Gerçek bir fikri, bir önermesi olan bir yazarın basit hikayeleri kağıda döken sözde yazarların önüne geçtiği bir donemde olmak gerçekten üzücü. Ferhan Şensoy, Levent Kırca, Nejat Uygur, Yasemin Yalçın gibi ustaları izleyebilmiş bir jenerasyon bu durumu daha iyi anlıyor ve yapılan her işin sanat olmadığını şak diye anlayabiliyor. Yakın jenerasyonun, sanat sandığı bu içeriklerin içinin boş olduğunu anlaması için biraz geriye gidip zengin sanat hazinesini tanıması gerekiyor.