Bu yazımda Klopp dönemindeki Dortmund’u hatırlayalım ve daha detaylı inceleyelim istedim. The Normal One- Jürgen Klopp…
2008 yılının Nisan ayları Dortmund için tam bir kabustu. 1997 de Şampiyonlar Ligi şampiyonu olan 2002 de Bundesliga’yı kazanan Dortmund mali bir çöküş içerisinde. Son şampiyonluğun üzerinden tam 6 yıl geçmiş ve takım zirvenin bir hayli altında hatta küme düşme hattının biraz üzerinde. Ezeli rakibi Schalke’ye iki maçta da boyun eğmiş, tek hedef Almanya kupasını kazanmak. Finaldeki rakip bir hafta önce oynanan lig maçında Dortmund’a 5 tane atan Bayern Münich. Bavyera ekibi son altı yıldaki dördüncü şampiyonluğu için emin adımlarıyla ilerliyordu.
Ligdeki hegemonyası yetmezmiş gibi Almanya kupası finalinde de Dortmundu 2-1 yenerek eli boş gönderiyordu. Sarı siyahlı takım için kabus gibi bir sezon olmuştu şüphesiz. Ligi ancak on üçüncü sırada bitirebiliyorlardı. İşte Dortmundun tam olarak harekete geçtiği yer burası. Değişim adımının ilk hareketi teknik direktör ile başladı. Jürgen Klopp adında iri yarı ve teknik direktörlük için genç olarak görünen bir isimle anlaştılar. O dönem 41 yaşında olan Jürgen Klopp futbolculuk döneminde birçok Alman kulübünde sağ bek olarak oynamış ve Frankfurt üniversitesi spor bilimleri akademisinde öğrenim görmüş birisiydi. Son 7-8 yıldır Mainz’ı çalıştırıyor ve fena da gitmiyordu.
Futbol aslında basit kuralları olan bir oyun. Her takım sahaya 11 kişi çıkıyor. Jürgen kolektif çaba ve sistemin yaratacağı farkların oyuncuların bireysel yetenekleriyle yaratabileceğinden çok daha fazla olduğuna inanan bir futbol adamı. Dünyanın en iyi oyun kurucusu kimdir? Bu soruya birçok kişiden farklı cevaplar alınabilir. Ama Jürgen Klopp için bu sorunun tek bir cevabı var. Tabii ki gegenpressing’dir.
“Total Futbol” anlayışıyla futbol literatürüne giren “gegenpressing“, Alman teknik adamların etkisiyle de modern futbola damga vurdu.
Dünyanın en yetenekli oyuncularına sahip olsanız bile kapalı savunmaları açmak gol şansı yaratmak hiç ama hiç kolay bir iş değildir. Bazen rakibiniz sizi öyle bir boğar ve kısıtlar ki topa ne kadar sahip olduğunuzun ya da ne kadar çok pas yaptığınızın bir önemi kalmaz. Oyunun sahibi olarak göründüğünüz anda aslında sadece topa hakim olup rakibin size izin verdiği yerde oynarsınız. Bu sıkışmayı yaşadığınızda oyuncuların bireysel yeteneklerine ihtiyaç duyarsınız.
İşte “gegenpressing” mantalitesi ile oynayan takımlarda buna ihtiyaç duymuyor. Press diyince akla hemen yüksek enerji ve dayanıklık geliyor. Ama buradaki esas amaç enerjiden ve zamandan tasarruf etmek. Yerleşik savunmaya hücum etmeye çalışmaktan topu kaybettiğinizde geri koşmaktan tekrar kazandığınızda ise tekrar oyun kurmak için daha fazla enerji ve zaman harcamaktan kaçınmak. Rakibiniz zaten bir süredir topu sizden almak için çaba sarf ediyor.
Bu yüzden fizik olarak en iyi durumda değil bitkin bir halde. Üstüne topu kazandığı anda tamda hücum etmeye hazırlandığı yani savunmanın dengesiz yakalandığı başka bir değişle tüm oyuncularının mantalite değiştirdiği anda şok bir baskı ile onları dengesiz yakalamak topu geri kazanarak rakip savunmaya yerleşme şansı vermeden direkt paslarla hücum etmek. Press deyip geçmemek lazım. Burada bahsedilen şey amaçsız bir şekilde koşarak plansız bir baskı değil. Çünkü bu herkesin yapabileceği bir şey. Jürgen Klopp’un oyun felsefesi aslında oldukça kaotik gözükse de zaten işin özü bu kaotik gözüken sistemi belli bir disiplin içerisinde uygulayabilmek.
Örneğin takımın topa sahipken bile onu ne zaman kaybedeceklerini önceden sezerek defansif orta sahanın öne beklerin ise merkeze doğru koşarak alanı iyice daraltması, press için ön hazırlık yaparak rakibi belli alanda oynamaya zorlayarak oyunu istediği şekle sokmayı başarır. Ve böylece kontrolü eline alır. Her ne kadar Jürgen Klopp’un oyun felsefesi total futbol yerine tiki taka gibi topa sahip olmayı amaçlayan takımların anti tezi olduğuna dair bir algı olsa bile Alman teknik adam bu sistemi yaratırken en büyük ilham kaynağının Guardiola’nın 6 saniye kuralı olarak bilinen şok hücum press’i olduğunu itiraf ediyor.
Jürgen oyuncu kalitesi olarak Bayern ile asla rekabet edemeyeceğinin farkındaydı ama yine de onlara kafa tutmak istiyordu. Vizyonu çok büyük ve geniş bir adamdı. Alman liginin baş altı takımlarından biri olarak kalmak istemiyordu bu yüzden de özel bir iş yapmak zorunda olduğunun farkındaydı. Elbette bu sistemi oturtmak pek kolay olacak bir iş değildi. Bunun için zaman ve daha da önemlisi sabır gerekiyordu. Jürgen’in parlak fikri şuydu; kafasındaki oyunu oturtmak için çok üst düzey yetenekli oyunculara değil çalışkan, disiplinli ve zeki oyunculara ihtiyacı vardı. Zaten Dortmund’un o kadar büyük bütçeli oyuncuları kadrosuna katacak maddi gücü yoktu. Üstüne takımın en çok gol atan oyuncusu Mladen Petrić gitmiş yalnızca Mohamed Zidan ve stoper Neven Subotić gibi transferler yapılmıştı.
AÇILIŞ
Sezon açılışında Almanya süper kupasında Bayern ile karşılaşan Dortmund 2-1 kazanarak Jürgen Klopp dönemi kupa ile başladı. Ama sezonun geri kalan her anı bu kadar mutluluk dolu olmayacaktı. Ruhr derbisinde (Nehir derbisi) Schalke’yi evinde ağırlayan Dortmund 9 kişi kalan rakibini yenemedi ve beraberliğe razı oldu. Sezonun içerisinde 10 maçta sadece 1 galibiyet alabildikleri felaket bir süreç yaşadılar. Fakat son 11 maçın 9’unu kazanarak sezonu iyi bir kapanış yaparak tamamladılar. Jürgen bir önceki sezonu 13. sırada kalan takımı hemen hemen aynı kadro ile 6.sıraya taşımıştı.
2009-2010 sezonu aynı zamanda kulübün 100.cü kuruluş yıl dönemi anlamına geliyordu. Yeni sezona girerken bir önceki sezonun en golcü oyuncusu Alexander Frei kaybetmişlerdi. Ama Sven Bender, Mats Hummels, Lucas Barrios ve Kevin Großkreutz gibi oyuncuları toplamda 10 milyon euro bile ödemeden kadrosuna katmıştı. Lige öyle kötü bir başlangıç yapmışlardaki Türkiye’ olsa abartısız 3 kere kovulmuştu Alman teknik adam.
2014’de Galatasaray ile oynadıkları Şampiyonlar Ligi maçından sonra o da aynı şeyleri söylemişti aslında. Başkanım ve sportif direktörüm Türk mantalitesine sahip olsaydı görevime bu kadar uzun süre devam edemezdim. İlk 7 maç itibariyle sadece 1 kez kazanabilmiş Bayern’den 5 tane yemiş ezeli rakipleri Schalke’ye içerde kaybetmiş ve 7 maç sonunda 6 puan ile 15.ci sıraya demirlemişlerdi. Ama Dortmund Jürgen’e güveniyor ve inanıyordu.
Ülkemizde olduğu gibi taraftarın ve medyanın gazını almak için teknik direktörü görevden almak Almanların adeti değildir zaten. Oyuncuların birbirine ve Jürgen Klopp’un sistemine uyum sağlaması kolay ve kısa bir süreç değildi. Ama ona güvenmekte haklı çıktılar. Takip eden 12 maçta yenilgi yüzü görmeyen Dortmund ligi 5.ci sırada bitirip UEFA Avrupa Ligine katılmaya hak kazandılar.
TAKTİKSEL DEHA
Jürgen’in takımlarının en dikkat çeken özelliği ise basit şeyleri mükemmel uygulayarak kendi içlerinde bir özgüven patlaması yaşıyorlardı. Yaptığı her transfer ve her hamle bu kadar mı yerinde olur diyordu herkes. Şüphesiz henüz Dortmundun başından ayrılmadan herkesin saygısını kazanmayı başarmıştı. Karşılarında durmak ise neredeyse imkansızdı. Bu takımı durdurmanın tek yolu yaş ortalaması 23 olan bu adamların şampiyonluk baskısını kaldırıp kaldıramayacağıydı.
Bu soru işaretini ise ligin 24.cü haftasında Bayern karşısında sahada yaptıklarıyla ortadan kaldırmayı başarmışlardı. Maçı 3-1’lik net bir sonuç ile kazanan Jürgen Klopp ve öğrencileri tarihi bir an yaşıyordu çünkü 1991’den bu zamana tam 20 yıl sonra Bayern’i deplasmanda ilk kez mağlup etmişti. Jürgen bu galibiyeti basın toplantısında kendine has bir şekilde şöyle açıklamıştı; Burada kazandığımızda sanırım oyuncularımızın çoğu henüz meme emiyordu. Nuri Şahinin galibiyet golünden sonra kendini kaybeden Jürgen’in kırılan gözlüğü hala Borussia Dortmund müzesinde sergilenmekte.
Dortmundun bu sezonu için söylenebilecek fazla bir şey yok vurdu, kırdı, parçaladı ve şampiyon oldu!
Dortmund yönetimi ne kadar değerli bir hoca ile çalıştıklarının farkındaydı ve ona daha fazla konforlu bir çalışma alanı yaratmak için sözleşmesini 2016 yılına kadar uzattı ve hiçbir koşulda görevine son verilemez diye özel bir madde ekletti. Bu şu demek oluyordu sen kendi isteğinle ayrılmak istemediğin sürece seni kimse bu kulüpten yollayamaz. Aynı dönemde İngiltere’nin önemli kulüplerinden Chelsea astronomik bir rakamla Jürgene teklif de bulunuyor ama Jürgen’in cevabı çok açık, üzgünüm ama şu an hayli meşgulüm.
2011-2012 sezonun hemen başında takımın önemli oyuncularından olan Nuri Şahin Real Madrid’e transfer oldu. Jürgen bu transfer hakkında şöyle dedi; Nuri kişiliği ve futbolu ile her zaman çok beğendiğim birisi olmuştur ama dürüst olmak gerekirse hiçbir zaman Real Madrid seviyesinde bir oyuncu olmadı. Bu transfer Jürgen Klopp’un sisteminde oyuncuların nasıl seviye atladığının ilk bariz örneği. Nuri’nin yerini İlkay Gündoğan ile doldurdu ve Ivan Perisic ile kadrosunu güçlendirdi. İlk 6 maçta 3 yenilgi aldılar. Sanırım Klopp takımlarının karakteristik özelliği bu durum, sezona düşük vitesle başlamak. Nitekim devam eden maç takviminde 28 maçta hiç yenilgi almadan devam ettiler yollarına. Bundesliga’da şampiyon oldular Almanya kupasında ise yarı finalde Bayern’i 5 golle ezerek finalde Schalke’yi yenerek double yaptılar. Herkes onlardan bahsediyordu özellikle Jürgen Klopp’dan.
NEDEN Mİ NORMAL BİRİSİ
Kulübede atılan gollerden sonra havalı gözükmek için sahte bir duruş sergileyen poker face bir yüz ifadesi takınan birisi değildi Jürgen. Duygularını açık ve dışa dönük yaşayan birisiydi. Maçı saniye saniye yaşıyordu hatta bazen kendini kaybediyordu. Şampiyonlar Liginde oynanan bir Napoli maçında hakeme gösterdiği yüksek reaksiyon yüzünden oyundan atılmış ve tribüne gönderilmişti. Ancak maçın ardından sakinleşince basın toplantısında budalalık ettim özür dilerim diyerek ne kadar kompleksiz birisi olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Taraftarlar ile şehirdeki pub tarzı mekanlarda sohbet edip bira içen bir adam Jürgen.
Kendini kasmadan tutkulu bir dil ile anlatmak istediği her şeyi açıkça ifade ediyordu. Basın toplantıları yaptığı söyleşiler bu yüzden çok eğlenceli geçiyordu. Tıp uzmanı havalarına girmeyelim diyordu Jürgen konuştuğumuz şey sadece futbol burada kimsenin hayatını kurtarmıyoruz. Yanlış bir şey söylesek bile kimseye kalıcı bir zarar vermez bu durum. Görevimiz bu oyunun sevilmesini sağlamak, küçük çocukların spora ilgisini uyandırmak. Bu samimiyet elbette oyuncuları ile olan ilişkisine de yansıyordu. Oyuncularını asla basının önünde eleştirmez onları taraftarın önüne atmazdı. Aksine onları hep kollayan sahip çıkan demeçler veriyordu. Oyuncuların maç sonu yaptıkları röportajlara bakarak entelektüel seviyesini ölçmeye çalışmak çok acımasızca bir iş. Bence bir teknik adam için en önemli kıstasa sahipti Jürgen oyuncularını davaya ikna etmek. Bunu başarmak oyuncular ile arasında oluşan bağ onları özel kılıyordu.
DANKE JÜRGEN
Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi, Jürgen Klopp için yeni bir macera vakti sanırım artık gelmişti. Alman teknik adam, her güzel hikayenin bir sonu olduğunu biliyordu ve bu yedi yıllık öykünün de sonunu kendi isteği ile yazmak istedi. Alman teknik adam, bu kararıyla aslında hem kendisine hem kulübüne yeni ve dinamik birer sayfa açmak istedi. Hayatın olağan akışında olan bir durum bu birileri gelir ve birileri gider.. Ama burada unutulmayacak bir şey varsa o da Jürgen ve Dortmund arasında oluşan bu tarifsiz bağ..