Tarihi İtalyan ritüeli; Spinazzola’nın performansı, İtalya için çok önemliydi ve alkışı da sonuna kadar hak etti.
Ama İtalyan futbolunda sol bekler ilk kez başrolde değildi…Sağ kanada yakın bir bölgeden topsuz koşuya başlayan Inter sol beki Giacinto Facchetti, takım arkadaşı Mario Corso’nun şık pasını birçok forvetten daha net bir şekilde Liverpool ağlarına gönderdi. Inter, 3-1 yenildiği maçın rövanşında 3-0’ı yakalamış ve adını ikinci kez Avrupa Kupası finaline yazdırmıştı.
Bu gol, Inter antrenörü Helenio Herrera’nın yıllarca sunacağı savunma için iyi bir kanıt niteliği de taşıyacaktı. Savaş öncesi dönemde kendini kanıtlayan İtalyan futbolu; İkinci Dünya Savaşı ve Superga Faciası derken tekrar ortaya çıkmaya başladığında 1950’lerin sonuna gelinmişti. 1930’larda Vittorio Pozzo’nun ‘Il Metodo’ sistemi ile kendini tanımlayan İtalyanlar, savaş sonrasında ise Katenaçyo’yu buldular. Savunma ağırlıklı bir sistem olarak nam salan Katenaçyo’yla ilk büyük Avrupa zaferini 1963’te Milan kazandı.
Nereo Rocco’nun takımı, bir sezon evvel 83 gol atarak şampiyon olsa da WM dizilişindeki savunma oyuncularının arkasına bir de libero eklemiş ve birçoklarına göre önce savunmayı düşünmüştü. Milan’ı Inter takip etti. Helenio Herrera, uzun yıllar Katenaçyo’yu bulan kişi olduğunu iddia etse de ondan önce Rocco, Foni ya da Vianigibi antrenörler farklı şekilde bu mantaliteyi uygulamıştı. Herrera ilk değildi ama onun yorumunda da İtalyan futbolunu değiştirecek dokunuşlar bulunuyordu. Bunların en belirgini ise sol bekin rolüydü. “Facchetti, benim yüzümden hücumlara katılırdı. Ama beni taklit eden antrenörler, savunma oyuncularını ileri çıkarmadılar ve Katenaçyo’yu sadece bir savunma sistemi olarak kullandılar. Herrera, Futbol Asla Sadece Futbol Değildir kitabındaki söyleşide ‘savunmacı’ iddialarına bu cümlelerle karşı çıkıyordu. Diğer gazetecilerin “Sadece savunma oynattın” yorumlarına karşı savunmalarında da sık sık Facchetti’nin adı geçecekti…
GIACINTO
-Golü atmayı mı seviyorsun yoksa rakibin gol atmasını engellemeyi mi?
-Atmayı.
Giacinto Facchetti’nin 1965’teki bir soruya cevabı netti. 1960’da bir hücum oyuncusu olarak Inter’e ayak basmıştı. 1.90’lık boyu, döneminin çok ötesinde atletik vücudu ve profesyonel yaşamıyla kısa sürede bir yıldıza, dahası bir sistemin simgesine dönüşecekti. Herrera, onu bir sol bek olarak kullanmayı düşünüyordu. Fiziği, sprint özellikleri ve oyun zekâsı ile Inter hücumlarına ek kuvvet olarak katılan ve rakiplerinin dengesini bozan Giacinto, sağ ayaklı olduğu için ceza sahasına girdiğinde direkt kaleyi karşısına alıyor ve attığı gollerle dikkatleri çekiyordu.
Öyle ki İtalyan futboluna yön veren ve ülkedeki ‘fiziksel yetersizliklere kafayı takmış spor yazarı Gianni Brera, onun forvet olarak kullanılması fikrini ortaya atıyordu. İtalyan basınının bir başka efsanesi Gianni Mura ise 2007 tarihli Il Capitano belgeselinde onun stilini şu sözlerle özetliyordu: “Atağa katılırdı ama bugün ‘hücumcu bekler’ diye adlandırılan bekler gibi sadece çizgiyi kullanmazdı. Rakip kaleye kat eder ve aksiyonu golle sonlandırmak için arayışta olurdu.” İtalyan medyasının efsanelerinden Gianni Brera, Facchetti’nin bir santrfor olarak kullanılması gerektiğini yazıyordu.
DEĞİŞİM
Katenaçyo, 1970’lerle birlikte tedavülden kalkmaya başladı. Kulüpler ve milli takımlar seviyesinde alınan sonuçlar da bunun şart olduğunu gösteriyordu. Yerlilerden Gigi Radice, Tommaso Maestrelli, Giovanni Trapattoni, Enzo Bearzot, Corrado Viciani; yabancılardan ise Luis Vinicio ve Nils Liedholm yenilik için fikir üreten antrenörlerin başında geliyorlardı.
Katenaçyo’nun yerini Gioco all’Italiana (İtalyan Oyunu) aldı. Yeni stilin üç simge antrenörü Radice, Bearzotve Trapattoni de Rocco’nun öğrencileriydi. Kâğıt üzerinde her şey aynı gibiydi ama değişen futbol âlemine paralel yorumlar durumu farklılaştırdı. Topa sahip olma daha önemliydi çünkü Total Futbolun etkileri vardı. Liberoların topla oynama alanı genişlemiş (Franz Beckenbauer etkisi), Katenaçyo’nun iflasını hazırlayan adam adama savunmadan belli bölgelerde vazgeçilmiş ve Zona Mista ortaya çıkmıştı. Sol bekler ise önemini koruyordu.
Maestrelli, 1974’te Lazio’yu şampiyon yapmıştı. Takımın başına geldiğinde ilk işlerinden biri ilk 11’deki defansif bek Mario Facco’yu kenara çekip yırtıcı orta sahası Luigi Martini’yi o bölgeye monte etmekti. 1976’da Torino’yla Scudetto’ya ulaşan Radice de Roberto Salvadori ile benzer çözümü getirmişti. Ümit Milli Takım antrenörü Enzo Bearzot, A Milli Takım’a geçiş yaptığında Rivera, Mazzola gibi büyük yıldızların miadını doldurduğunu biliyordu. Kendi takımından birçok genci üst basamağa çekti ve takımı yeniledi. Bir Dino Zoff eskilerden kalan tecrübelerden biriydi, bir diğeri de sol bekteki istikrarını sürdüren Facchetti. Dünya Kupası elemelerinde kaptanlık bandını takan Giacinto, 1977-1978 sezonunun ortalarında sakatlandı. Kariyerinin son sezonuydu, yaşlanmıştı ve sakatlıktan sonra 1978 Dünya Kupası için affını istedi. Bearzot, onun yerine iki alternatifle Arjantin’e gitti…
PAOLO
“Brezilyalılar 1950’lerde fark yarattı. Bizde de öncü Facchetti’ydi. Sağ bek konusunda İtalyan işi bir uzmanlıktan söz edemeyiz ama sol beklerle ilgili tam tersi…” diyordu Paolo Maldini geçen yıl France Football’a verdiği röportajda. “Sağ beklerden bu beklenmedi çünkü uzun zaman iki markajcı stoper, bir libero ve çıkan, akan bir sol bek ile oynadık. Giuseppe Bergomi gibi sağ bekler, markaj yapmakla sınırlandırılmıştı; akışkan oyuncular değillerdi çünkü onlardan bu istenmedi.
Nils Liedholm, sağ beklere bunu empoze etmeye başladı. Roma’da Rocca ve Nela ile sonra da Milan’da Tassotti ile…”Francesco Rocca, zaten sahanın birçokyerinde oynayabilen bir görev adamıydı. Fakat Liedholm’ün ‘Hayata farklı taraftan bakması için kendisini sağ bekte oynattığını söylediği Sebastiano Nela safkan bir hücumcu sol bekti. Rocca’nın futbol hayatını bitirecek sakatlıklar önüne çıktığında ise eski talebesine sarıldı. Roma, 1983’te şampiyon olduğunda sol bekinde Milan’ın ‘golcüsü’ Aldo Maldera, sağ bekinde ise sol ayaklı Nela vardı. Liedholm, tek stoper kullanmış ve orta saha oyuncusu Di Bartolomei’yi eski tip santrafor rolünde sahaya sürmüştü. Trapattoni’nin takımını yaratıcılıktan uzak’ diye eleştirmek acımasızlıktı ama insanların Liedholm’ün modelinin getirdiği yeniliğin seline kapılması da garipsenemezdi. Nitekim ikisi de kendi yollarında yeni ışıklar yakmıştı.
Liedholm, takımını 1984 Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’ne taşırken Trapattoni de UEFA Kupası ve Kupa Galipleri Kupası zaferlerinden sonra 1985’te Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazanacaktı. ‘Sahte sol beki’ de en az Platini ve Boniek’i kadar önemliydi.1980’lerin ortasında Roma ve Juventus’un dağılmaya başlaması ile yeni takımlar ve yeni idealistler ülke futbolunda sazı eline aldı. Bunu ilk başaran, Verona ile ligin zirvesine çıkan Osvaldo Bagnoli’ydi. Direkt ve prese dayalı hızlı bir hücum futbolunun peşindeydi. Elbette iyi bir beki de vardı: Luciano Marangon. 1980’lerin büyüklere kafa tutan bir diğer takımı ise Napoli’ydi. Kahramanları Maradona’ydı ama 1987’de takıma katılan Giovanni Francini de silahlarından biriydi. Yakın dönemde takımın sırrını Subbuteo sahasında anlatan Ottavio Bianchi; liberosu Renica, stoperi Corradini ve defansif sağ beki Ferrara ile ‘İtalyan üçlüsünü’ oluşturuyor ve Francini’yi takımı dizer dizmez yarı saha çizgisine atıyordu.
Carnevale’nin serseri koşularla boşalttığı o bölgede Francini’nin deparlarıyla Maradona ve Careca’yla aynı anda çıktığı hücumlar, sık görülen sahnelerden biriydi. Nela, Marangon, Francini… “Madem bu kadar iyilerdi de neden milli takımda görmedik?” diyorsanız cevabı basit: 1980’lerin ortasına kadar Cabrini’den formayı almak imkânsız gibiydi, sonra 3 numarayı taşıyacak bir simge daha çıktı: Paolo Maldini.2006Milan; Sacchi ve ondan sonra gelen Capello ile üç Avrupa şampiyonluğu elde etti, dahası bu savunma hattı ile kırılması güç rekorlara imza attı. 1990’larda Parma, Sampdoria, Juventus onlarla birlikte Avrupa’da kupaları zorlayan İtalyanlardı. Antonio Benarrivo, Amedeo Carboni Valencia’nın önemli işler yaptığı dönemdeki bekiydi aynı zamanda Gianluca Pessotto da hücumcu sol bekler bayrağını taşıyorlardı. Fakat Maldini sol bek oynadığı sürece onu kesmek kolay değildi.
Paolo, İtalyan futbolunun birçok rekorunu eline geçirse de milli takım ile hiçbir kupa kazanamaması kariyerindeki tek eksikti. Son turnuvası Euro 2000’de İtalya beşli bir savunma hattı kurmuş ve sol tarafı savunmak Paolo’ya düşmüştü. Kupaya çok yaklaştılar ama son anda Paolo’ya yakışan veda gerçekleşmedi. İtalya, onsuz gittiği ilk Dünya Kupası’nı kazandı ama ritüel bozulmamıştı.
Turnuvaya yedek başlayan sol bek Fabio Grosso, turnuvanın kahramanlarından birine dönüşecekti. Avustralya maçında aldığı penaltı, Almanya’ya attığı nefis gol ve finaldeki son penaltı, kupanın unutulmaz anlarındandı. Sacchi ve Capello gibi dönemin İtalya’sına şekil veren bir başka antrenör Marcello Lippi, iki hücumcu bek Zambrotta ve Grosso ile kupaya uzanmıştı.2006, 1980’lerden itibaren hem maddi hem de zihinsel yatırımlarla gelişen İtalyan futbolunun yavaş yavaş düşüşe geçtiği yıldı. 2007’de Şampiyonlar Ligi’ni Milan kazandığında favori, birkaç yıl sonra Inter kazandığında ise ‘sürpriz olarak nitelendiriliyordu. Bu suskunluk,2012’de bozuldu. İtalya, Pirlo’nun liderliğinde oynadığı direkt oyun ile izleyenlere keyifli anlar yaşatmıştı. Cesare Prandelli’nin 3-5-2 ile başladığı turnuvada sağ bek Maggio ilk andan dikkat çekerken özellikle ilerleyen aşamalarda 4-1-2-1-2’ye geçtiğinde takıma monte ettiği sol bek Federico Balzaretti, kulüp kariyerinde büyük yerlerde tutunamasa da özlenen İtalyan sol bek katkısını vermişti.
Öyle ki Prandelli’nin finalde yaptığı hataların başında belki de oyuna onunla başlamamak vardı…İtalya, bu yaz ilk maçına çıktığı andan itibaren Leonardo Spinazzola’nın yaptıkları Serie A izleyen kimseyi şaşırtmadı. İtalya, bu yaz ilk maçına çıktığı andan itibaren Leonardo Spinazzola’nın yaptıkları Serie A izleyen kimseyi şaşırtmadı. Takımın hücum planındaki önemi, yetenekleri ve ters ayaklı bir sol bek olarak oyuna kattıklarıyla turnuvanın oyuncularından biriydi. Özellikle de Criscito ve De Sciglio’lu yıllardan sonra ilaç gibi geldi. Fakat ne Spina’nın yaptıkları ne de İtalya’nın değişken dörtlü savunma kurgusu ilk kez uygulanan futbol deneyleriydi.
İtalya’da 2006 sonrasında yaşanan kaos, bir kez daha eskinin yenilenmesi fikrini doğurmuş, yeni fikirler, yeni futbol düşünceleri, buna uygun takımlar ortaya çıkmıştı. Roberto Mancini de İtalyan kültürünü bozmadan -İspanya maçı ya da Chiesa çıktıktan sonra İngiltere maçı veya Belçika’ya atılan iki ani hücum golü- yenilikleri sahaya yansıtmaya çalışmıştı. Spinazzola da günümüze ait ama bir alışkanlığın devamı niteliğini taşıyan parçalardan biriydi. İtalyanların büyük iş yapan takımlarının birçoğu gibi Mancini’nin ekibinde de hücumcu bir sol bek, iyi bir savunma hattı, iyi bir oyun kurucu ve tahmin edilmesi zor bir kanat oyuncusu vardı. Oynanan futbol, roller ya da uygulamalar değişse de denklem çok da bozulmamıştı.