Merhaba değerli Haberton okuyucuları, bugün sizler için edebiyat ve coğrafya temalı bir yazı paylaşmak istedim.
Yüzyıllar boyunca edebiyat ve coğrafya iç içe geçmiş konuların ve toplumların ortak ürünüdür. Anadolu’nun bağrı yanık topraklarından, dile getirilerek yüreklere işlenmiş yazıtlar bizim adeta özgeçmişimizdir. Gerek söz ile gerekse yazı ile harmanlanır günümüze kadar ulaşan bu değerli eserlere sahip çıkmak bizim için en önemli kuraldır.
Bir yerin coğrafi yapısı da yazınlara etki etmektedir, ananevi olarak görülen toplumun değişmez kuralları edebi yazılara öncülük etmiştir.
Mesela bir roman yada hikaye düşünün Çukurova’nın sarı sıcak topraklarında geçen, yada bir sevda hikayesi Karadeniz’in mavi ve yeşil tonlarını içinde barındıran, doğunun kar çilesini anlatan bir kitap, Ege’nin unutulmaz deniz manzarası eşliğinde tadına doyum olmayan uzun bir roman, veya Akdeniz akşamları ile bize yeniden umut ve sevgiyi aşılayan bir aşk masalında, kısacası her yörenin ve her coğrafyanın kendine has dili vardır ve bizler bu gelenekten yararlanıp oluştururuz edebi yazılarımızı, toplum olarak pek fazla okumasak da asırlardır bu topraklarda süre gelen bir edebiyat var ve öyle bir edebiyat ki köklü ve değişmez, Yunus Emre’den, Pir Sultan Abdal‘a, Emrah’ın sazından Aşık Veysel’in uzun ince yoluna, Yaşar Kemal‘den, Orhan Pamuk’a niceleri bizim edebiyat altyapımızın temeli, ve hepsi de bulunduğu coğrafyada yer vermiş eserlerine.