Şampiyonlar Ligi’nin temellerinin atıldığı yıllar, futbol tarihinde en büyük dönüşümün yaşandığı dönemdi. Futbolun evrimi, etkileri Doğu Bloku’ndan Türkiye’ye kadar uzandı.
Futbol tarihinde 1980’lerin sonu, 1990’ların başı, sporun kurumsal yapısı konusunda doğrudan sahaya da yansıyan en büyük dönüşümlerin yaşandığı dönem olarak bilinir. Doğu Bloku’nun yıkılışıyla yetenekli futbolcuların Batı’ya gelişi, Premier Lig ve Şampiyonlar Ligi’nin kuruluşu, Bosman Kuralı’nın ortaya çıkışı gibi gelişmeler, beş büyük ligin ve bu liglerin tepe kulüplerinin merkezinde olduğu, büyüklerle küçükler arasında makasın açıldığı, ekonomik sermaye üretimine dayanan ve hiper metalaşma da dediğimiz bir düzeni doğurdu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Bahsi geçen dönüşümün kökenlerini yalnızca futbol, hatta spor dünyası içinden açıklamak da doğru değil. Yirminci yüzyılın ikinci yarısı; önemli toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel değişimlerin yaşandığı bir evreydi. Bu değişimlerin spor dünyasını etkilememesi mümkün değildi, zira spor da diğer bütün alanlar gibi toplumla etkileşim içindeydi.
MEDYA VE YENİ FUTBOL
Dışarıdan sporla hiç ilgisi yokmuş gibi görünen bir gelişme, aslında futbolun bütün kaderini değiştirecek nitelikteydi. 1950’de Avrupa’nın kamu yayıncılarının kurduğu Avrupa Yayın Birliği, yıllar içinde genişledi ve kıta coğrafyasını kapsar hâle geldi. Birliğin, bugün dahi, en büyük varlığı ise 1953’te kurulan ve bir yıl sonra Cenevre’de tam olarak hayata geçirilen Kıtasal Televizyon Değişimi, yani Eurovision ağıydı. Eurovision, 1954’te İsviçre’deki Dünya Kupası maçlarının sekiz ülkede yayımlanmasını sağlayarak futbol pazarının büyümesi yolunda ilk tohumu attı.
1962 yılında NASA’nın Fransız ve Britanyalı partnerleriyle çalışarak uzaya gönderdiği Telstar 1, yayıncılık tarihinde bir dönüm noktasıydı. Hemen bir yıl sonra atılan Telstar 2, birkaç yıl içinde onu izleyen Intelsat 1, ATS-1 ve Intelsat 2 uydularıyla on yıldan kısa bir süre içinde sınırları aşan uydu yayıncılığı, medyada bir norm haline geldi ve büyük organizasyonların tüm dünyaya canlı olarak
ulaşmasını önü açıldı.
1980’ler sonu, 1990’lar başı büyüklerle küçükler arasındaki makasın açıldığı düzeni doğurdu.
Yayıncılıktaki teknolojik gelişmeler, spor yayıncılığı üzerindeki etkisini 1960’ların
başında göstermeye başlamıştı. 1960 Olimpiyat Oyunları, Eurovision tarafından Avrupa çapında karasal tekniklerle yayımlanırken Tokyo’daki 1964 ise uydu teknolojisi sayesinde dünyaya yayımlanan ilk olimpiyat oldu. Diğer taraftan BBC’nin de spora iyice ısındığı bu yıllarda, 1966’da İngiltere’de düzenlenecek Dünya Kupası’nın izleyici üzerinde büyük bir etki yapacağı düşünülüyordu. Beklentiler karşılık buldu. Hem Britanya’da hem de ilk ticari uydu Intelsat i sayesinde dünyada izleyici patlaması yaşandı.
Aynı dönemde hem FIFA hem de yayıncılar işi öğrenmeye başlamıştı. Daha önce bütün çeyrek ve yarı final maçları aynı anda oynanırken 1966’da maçların çakışmamasına özen gösterilmiş, Amerika kıtasını ilgilendiren maçların saati saat farkına göre ayarlanmıştı. Futbol, artık televizyona göre oynanacaktı.
ŞAMPİYONLAR LİGİ’NİN KURULUŞU
Futbolun Batı Avrupa’da yoğunlaşmasının temel kilometre taşlarından biri de Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nın Şampiyonlar Ligi’ne dönüşmesiydi. Bu kararın arkasındaki temel itici güç, eleme sisteminden grup sistemine geçip büyük kulüplere daha fazla maç oynatarak daha fazla yayın geliri elde etmekti. Aynı zamanda amaç başarıya oranlı bir ödül sistemi kurarak büyük kulüplerin grup sisteminde yer almasını sağlama almaktı. İlerleyen yıllarda büyük kulüplerin
UEFA dışında bir Avrupa Süper Ligi kurma tehditlerine boyun eğilerek, kupanın birincil
ilkeleri olan tek takımla katılma ve en baştan eleme oynamak da ortadan kaldırılacak ve hem büyük liglerin UEFA katsayıları oranında birden fazla takımla katılması hem de gruplara doğrudan kalmaları sağlanacaktı.
Böylelikle 1992-93’teki Şampiyonlar Ligi adıyla oynanan ilk sezonda olduğu gibi Almanya şampiyonuyla İngiltere şampiyonunun ön elemede birbirine düşmesi ya da ikinci sezondaki gibi İngiltere şampiyonunun ön elemede Türkiye şampiyonuna elenmesi gibi
kazaların önüne geçilecekti. Başlangıçta sekiz olan gruplara kalan takım sayısı zamanla yükseltilirken hem büyük takım sayısı arttırılmış hem de yeni futbol pazarlarına el uzatılmış olacaktı.
Futbolun hipermetalaşma sürecinin en önemli adımlarından biri böylelikle atılmıştı. Yaşanan değişimin sonuçları vurucu oldu.
1990-1991’deki eleme usulü son kupada çeyrek finaldeki sekiz takımdan üçü beş büyük ligin dışından gelirken 2019-2020 sezonunda son 16’ya beş büyük ligin dışından tek bir takım bile kalamadı. Grup sistemi geldiğinden beri kupada final oynayan beş büyük lig dışı takım sayısı yalnızca üç, kupayı alabilen takım sayısıysa iki. En son final ve kupa başarısı 2004’te Porto’dan gelmişti.
PREMIER LİG’İN ETKİSİ
Şampiyonlar Ligi’nin, UEFA eliyle Avrupa futbolunun tekelini beş büyük lige geçirdiği
sıralarda, o beş büyük ligden birinde de benzer bir faaliyet yaşanıyordu. Hillsborough ve Heysel felaketlerindeki ihmallerin faturasının Muhafazakar Parti hükümetleri tarafından taraftarlara kesildiği İngiltere’de, futbolu daha üst sınıfların eğlencesi haline getirmek için hükümet, medya grupları ve büyük kulüpler arayış içine girdiler. Değişimin temel adımları şunlardı:
- Stadyumları modernize ederken bilet fiyatlarını astronomik olarak yükselterek taraftar profilini müşteriye çevirmek.
- BBC-ITV aracılığıyla gerçekleştirilen şifresiz yayınları bitirmek ve yeni bir şifreli havuz sistemi yaratmak.
- Büyük kulüplerin küçük kulüpleri sübvanse ettiği sistemi sonlandırarak başarıyla orantılı gelir modelini getirmek.