Almanların futbol felsefesi “Futbol 90 dakika oynanan ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur.”
Bu klişe cümleyi futbol dünyasında duymayan kalmamıştır. Bilim ve tekniğin birleştiği mevcut futbol dünyasında bu sözü pek mantıklı bulmuyorum. Oynanan oyunu insanlara açıklarken bu denli basite indirgeme söz konusu olmamalı bence. Ancak Almanlar, futbol tarihi boyunca gösterdikleri başarılarla bu klişede bahsedilen kazanma alışkanlığının hakkını fazla fazla verdiler. Bu başarılarda büyük pay sahiplerinden biri de tabii ki Alman teknik direktörler oldu.
Alman teknik direktörlerin hikayeleri Almanya milli futbol takımı ile başlar genellikle. 1908’de ilk resmi maçına çıkan takım, 1926’ya kadar Alman Futbol Birliği’nin hükmündeydi. Takım yönetimin federasyonda olması takımda belirli bir sistemin oluşmasına engel olduğu tespit edilmişti. Takımın başında net bir ismin olmaması da oyuncular arasında disiplinsizliğe sebep olmaya başlamıştı bile.. Bunun sonucunda takım, 1908 ile 1926 arasında yaptığı 86 maçtan 58’inde yenilgi, 12’sinde beraberlik ve sadece 16 maçta galibiyet alabildi.
Futbolun gittikçe popülerliğinin arttığı 1920’li yıllarda takımın durumundan rahatsız olan dönemin federasyon başkanı Felix Lenneman ciddi bir karar aşamasına gelmişti. İstikrarlı bir başarı için çalışma azmi, oyun felsefesi ve tabbi ki olmazsa olmaz olan disiplin vasıflarına sahip bir hoca getirme düşüncesindeydi. Bu yüzden takımın başına en uygun gördüğü Otto Nerz’i getirdi. Böylece Alman teknik adamların hikayesi dünya ve Alman futbol dünyasında bu şekilde başladı. O yıllara kadar kulüp düzeyinde de yerli antrenör bulunmayan Alman futbol coğrafyasında, Otto Nerz belki de ilk yerli teknik adamdı. Bu radikal düşünce ve karar Alman futbol dünyasının geleceğini olumlu anlamda etkileyecekti.
Otto Nerz
1892 doğumlu Nerz, 1910-1924 yılları arasındaki futbolculuk kariyerinde FC Hechingen, VfRMannheim, Tennis Borussia Berlin formaları giydi. Futbolculuk kariyeri çok parlak geçmese de Nerz’in başarılı bir akademik eğitim geçmişi vardı: 1924’te spor akademisinden mezun olurken tıp eğitimini de aksatmadan devam ettiriyordu. Spor akademiden mezun olduktan sonra Alman Beden Eğitimi Üniversitesi’ne uzman futbol eğitmeni olarak atandı. Aynı zamanda eski takımı Tennis Borussia Berlin’de teknik direktörlük kariyerine başladı. Nerz bu süre içerisinde futboldaki gelişmeleri daha yakından gözlemleyebilmek için futbolun beşiği olan İngiltere’ye gitti. Orada gözlemler ve yaptığı çalışmalar ile kendini geliştirerek yeni bir yol haritası çizmişti. Tennis Borussia Berlin’de iki sezon geçirdikten sonra 1926’da Alman milli takımının başına getirildi ve böylece milli takımın tam anlamıyla ilk teknik direktörü olmayı başardı.
Nerz göreve geldiğinde milli takım disiplinden yoksun, istikrarsız, başarıdan tamamen kopmuş uzak bir yapıdaydı. Nerz, bu durumu değiştirebilmek için radikal futbol devrimleri gerektiğine inanıyordu. İnanmak yetmezdi eylem için işe koyulmak şarttı. Nerz devrimlerine yeni kurallar ile başladı: Kampta sigara, bira ve gece eğlenceleri tamamen yasaklandı. Almanların toplumsal hayatta sıkı sıkıya uyguladığı disiplin artık milli takıma da yerleşmek zorundaydı.
Başarı için bu şarttı. Sonra saha içine odaklanan Nerz, tıp eğitiminin de katkısıyla takımın antrenman metotlarını güncelleyerek değişimin sinyallerini ufaktan vermeye başlamıştı. Dönemin güçlü İngiliz W-M sistemini takıma yerleştirdi. Milli takıma daha iyi bir oyuncu havuzu oluşturabilmek için yenilikler düşünen Nerz farklı arayışlar içerisine çoktan dalmıştı. 500’den fazla futbolcunun forma giydiği ve 16 lig takımından oluşan bir bölgesel lig kurarak değişim için büyük ve önemli bir adım atmıştı. Böylece ülke futboluna çağ atlatacak bir kararla emin adımlarla yoluna devam ediyordu.
Yapılan devrimler meyvelerini yavaş yavaş vermeye başlamıştı. Böylesi büyük atılımlar birden sonuç vermez. Sabır ve inanç gerekli, bunların yanı sıra büyük bir çalışma ve disiplin bu sistemlerin temelini oluşturur. 1928 Yaz Olimpiyatları’nda sürpriz bir İsviçre galibiyeti alan Almanlar, 1929’da beş maç yenilmezlik serisi yakalayarak sıkı bir takım olduklarını ispatlıyorlardı. 1934 Dünya Kupası’nda gelen üçüncülük ise ülke futbol tarihinde o ana kadarki en büyük başarıydı. Rakipleri bu değişim ve gelişimin bilincine varmışlardı.
Bu başarılı grafik Hitler önderliğindeki Nazi hükümetinin de bir hayli dikkatini çekmişti. Naziler, milli takımı siyasal propaganda aracı olarak kullanmak istiyordu. Onların yakaladığı başarılar sonucu kendi istek ve düşüncelerini daha fazla insana aşılama düşüncesi içerisindeydiler. Nerz her ne kadar siyasetle ilgilenmediğini belirtse de bu propagandaya izin verdi. 1936 Berlin Yaz Olimpiyatları’nda Hitler, bu yeni propaganda aracını en iyi şekilde kullanabilmek için mutlak başarı istiyordu. Olimpiyatlar öncesinde iyice form tutan Almanlar, altın madalya için en önemli adaydı.
Nerz’in öğrencileri turnuvaya hızlı girerek ilk maçta Lüksemburg’u 9-0 yendiler. İkinci maç öncesinde Felix Lenneman’nın isteği üzerine maça yedeklerle çıkıldı. Bu karar büyük bir değişime götürecekti panzerleri. Ama olumlu mu olumsuz mu kimse sonucunu kestiremiyordu. Yedek takım, Hitler’in gözü önünde Lüksemburg’a 0-2 mağlup oldu. Siyasal propaganda oyuncağı bozuntuya uğrayan Hitler, bu yenilgiyi hazmedemedi,küplere binen Hitler kendi egosu üzerine Otto Nerz’i turnuva esnasında görevden alarak Nerz’in yerine yardımcısı Sepp Herberger getirdi. Bu karar tüm dengeleri değiştirmişti.
Nerz’in milli takımdaki başarısı, ülkede kulüp düzeyindeki teknik direktörlük olgusunu da tamamen başka bir düzeye taşımıştı. Adeta seviye atlayan Alman futbolu Nerz’e çok şey borçlanmıştı. Nerz’den önce yabancı antrenörler ile çalışan Alman kulüpleri Nerz’den sonra kendi öz kaynaklarına dönerek yerli antrenörler ile çalışmaya koyularak kan değişimine gittiler. Nerz’in milli takımdaki öğrencileri Ludwig Hoffman, Ludwig Goldbrunner, Konrad Heidkamp, Sepp Pöttinger gibi isimler Bayern Münih teknik direktörlüğüne getirilirken, Reinhold Münzenberg, Fritz Szepan da teknik direktör olarak başka kulüplerde görev alarak değişime katkı sağladılar. Bu değişim Alman futbolunu sürekli gelişime ve yeniliğe açık bir hale getirmişti.
Alman DİSİPLİNİ
1950’lere gelinceye kadar Alman futbolu kendini çok gösterememişti. I. Dünya Savaşı ve devamında yaşanan ekonomik krizler insanları tamamen geçim ve yaşam derdine sürükleyerek sosyal hayat ile aralarında oluşan bağı koparmıştı. Sonrasında ise II. Dünya Savaşı’nın çıkması futbolu da epey kötü etkilemişti. Nasıl etkilemesin ki milyonlarca insan hayatını kaybetmiş ya da yerlerinden olmuştu. Hatta bilenler bilir iki Dünya Kupası savaş nedeniyle oynanamamıştı.
Umut Sarıkaya’nın dediği gibi; “Almanlıktan aldığım tadı başka bir şeyden almıyorum. Belki bilardo… Yok yok Almanlık daha iyi.” Alman disiplini yaşamın her zerresinde olduğu gibi futbolda da disiplinlerden ödün vermeyen, belirli bir sistem içinde gelişen bir yapı inşa etmeyi kafasına koymuştu.. Yani yap boz değil, 10 yıl 20 yıl sonrasını planlayan temel taşların sağlam olduğu bir yapı içerisine dönüşmek. Bu düşünce ve mantalite onların tek çıkış yolu olacağını geçmişten bu güne biliyorlardı. Günü kurtarma politikasından tamamen uzak bir zihniyete sahip olmaları onların başarısının temel ve baş nedenlerinden birisi.
Böylesi bir gelişim için sadece disiplin demek pek doğru olmaz. Salt disiplinle olmuyor tabii ki hiçbir şey. Bu disiplini eğitimle harmanlamak gerekiyor. Ülkenin pek çok eyaletinde, şehrinde üniversite tarzında spor okulları bulunuyor. Buralardan mezun olanlar sporcu değil, spor insanı olarak yetişiyorlar. Yani ilgilendikleri dalla ilgili bütün bilgi birikimini alarak sporun içerisinde bulunuyorlar. Aldıkları akademik bilgileri hayata aktararak iklim değişimine sebep oluyorlar. Bu değişen futbol iklimi onlara farklı kapılar açarak başarıya daha çabuk ulaşmalarını sağlıyor. Doğru planlama ve doğru sistem işleyen mekanizmanın en hayati parçaları haline geliyor.
Eşit nüfus dağılımı bile bu gelişen futbol düzeni içerisinde önemle yer alıyor. Nasıl mı? Almanya’da ekonomik yapı ve şehirleşme çok üst düzeyde. Büyükşehir dediğimiz olgu bizdekinden çok ama çok farklı. Orada 3 – 4 milyon nüfuslu büyükşehirler var. Yani tek bir yerde toplanmak yerine birçok şehre nüfus dağılmış bulunmakta. Bu da gereksiz yığılmaları ve kalabalığı engelliyor. İnsanların yatkın olduğu yetenekleri ile sınıflara ayrılması gelişime yol açıyor. Haliyle okullar ve şehrin topraklarından maksimum fayda ve verim sağlanıyor.
Haliyle bu durum lokalizasyonu oldukça güçlendiriyor. Büyük takımların tutulması değil de yerel takımların desteklenmesi sağlanmış oluyor. Sadece büyük kulüplerin üzerine kurulu bir sistem hiçbir zaman sağlıklı bir ilerleme kaydedemez. Almanya’da sadece profesyonel değil amatör düzeyde de çok fazla futbolcu bulunuyor. Bu da alt yapının kuvvetlenmesini sağlıyor. Küçük yaşlardan itibaren oynanan futbol, bir süre sonra lisanslı sporcu haline getiriliyor. Böylelikle takip edilmesi ve ülke futboluna katılması çok daha rahat oluyor.
Oyunculara entegre edilen düşünce yapısı tam olarak şu şekilde; 1. dakikadan 90. dakikaya kadar futbolcular aynı ciddiyetle kendi oyunlarını ve performanslarını sergiliyorlar. Yani “bir gol yedik bütün takım dağıldı” mantalitesi yok. Maçın bitiş düdüğüne kadar işlerini tam bir profesyonellik ile icra ediyorlar. Olması gerekende tam olarak bu zaten.
Sergen Hoca haklı
Son olarak yazımı sonlandırırken Sergen hocanın şu sözünü eklemek istiyorum.. Gençlere tavsiye Alman liginden uzak dursunlar. Her an her şey olabiliyor. Sürprizlere açık…