Son filminin üzerinden tam on sekiz yıl geçen Matrix serisinin dördüncü filmi The Matrix Resurrections fragmanı soru işaretlerini beraberinde getirdi.
Popüler kültürün günümüzdeki haline dönüşmesinde birçok film, dizi, kitap, çizgi roman ve oyunun etkisi oldu. Fakat her yapımın kendi çapında oluşan ağır taşlarını başka ağır taşlar, yerinden sallamayı başardılar. İnsanlar; Star Trek çıktığında Vulcan selamı yaptılar, Star Wars’u izlediklerinde kendi ışın kılıçlarını yaptılar, Yüzüklerin Efendisi’ni gördüklerinde ise “You shall not pass” diyerek etrafta dolaştılar.
Ama sanıyorum ki gösterime girdiği 1999 yılına kadar hiçbir yapım Matrix kadar popüler kültürü baştan aşağıya etkilemeyi başaramamıştı. Bu yüzden Matrix hakkında gelen en küçük haber bile bizi heyecanlandırmaya fazlasıyla yetiyor. Öte yandan geçtiğimiz günlerde gelen haberler hiç de küçük değildi. Karşınızda son filminin üzerinden tam on sekiz yıl geçen Matrix serisinin dördüncü filmi The Matrix: Resurrections fragmanı!
Matrix filmi gösterime girdiği andan itibaren dünyada iki farklı tip insan ortaya çıkmıştı. Bunlardan birincisi Matrix’i bir aksiyon filmi olarak ele alan, slow motion sahnelerini tekrar tekrar izleyen ve muhtemelen hayatının bir noktasında deri palto alan veyahut almayı defalarca düşünen isteyen insanlardı. İkinci grup ise bugünlerde artık duymaktan sıkıldığımız, “Ya bir simülasyonun içerisinde yaşıyorsak?” geyiğinin başlamasına sebep olan Matrix’in, felsefi yönüne tam tabiriyle aşık olanlardı. Şimdi baktığımızda iki taraf da birbirinden beter gibi gözükse de 1999 yılı için ikisi de Matrix’i sevmek için kendi içerisinde zibilyon tane haklı sebepleri vardı. Benim Matrix’i sevme nedenim ise felsefesi ve bana sorgulattığı şeylerdi.
Dördüncü filmin geleceğini duyduğumdan beri aklımdaki tek soru belki bu soru birçoğunuzun da aklına gelmiştir “Acaba bunu basit bir aksiyon filmine çevirirler mi?” sorusuydu. Ne yalan söyleyeyim ilk izlediğim çocukluk yıllarında beni derin düşüncelere gark eden Matrix’i, “kurşun durduran adam” filmi olarak izlemekten ölesiye kaygı ve korkuya kapıldım. Açıkçası filmin yönetmeninin, Lana Wachowski olduğunu gördüğümde içim bir nebze rahatlasa da ne yazık ki fragman bana; aksiyon, hikâyenin derinliğini bastıracakmış gibi hissettirdi. Yani istediğim tadı beklentiyi fragman karşılayamadı bu da beni bi tık üzdü.
Fragmanda kafama oturmayan ve anlam veremediğim bazı durumlar oluştu. Neo’yu, yeniden Matrix’e dönüp, yaşadığı tüm maceraların gerçekliğini sorgularken buluyoruz. Neil Patrick Harris‘in canlandırdığı psikoloğa zaman zaman simülasyonda olduğunu hissettiği anları anlatan Neo, bunun karşılığında onu Matrix’de tutan mavi haplardan alıyor ve bu hapları kullanmaya devam ettikçe de Matrix’de kalmaya devam ediyor. Fakat tıpkı ilk filmde olduğu gibi Morpheus ona bir kez daha seçim şansı sunuyor ve yeniden gerçek dünyaya dönüyor. Bundan sonrası ise tamamen soru işaretleriyle dolu…
Neo nasıl tekrar Matrix’e döndü, neden bildiği her şeyi unutmuş, robotlar ve insanların barışına ne olmuş şimdilik bunların hiçbirini bilmiyoruz bakalım film bize bunların cevaplarını sunacak mı? Sunacaksa nasıl sunacak? Film yaklaştıkça hepsini yavaş yavaş öğreneceğiz. Fakat daha önce söylediğim gibi aksiyon sahnelerinin bolluğu, bu konuların yeterince güzel işlenmeyeceği ihtimalini artırıyor ve aklıma geldikçe beni derin düşüncelere sürüklüyor istemsizce. Ayrıca fragmanda kullanılan özel efektler de yer yer insanın gözüne çarpmıyor değil. Benim için ise yine fragmanın en güzel yanlarından biri Jefferson Airplane’in White Rabbit şarkısıyla beraber Alice Harikalar Diyarı göndermeleriydi. En azından tutunabildiğim en umut veren, beklentileri karşılama sinyali veren ve merak uyandıran konu buydu.