Türkiye’nin maruz kaldığı göç akınının bir sebebi de Rusya’nın Suriye’de izlediği politikadır. Suriyeli göçüne Putin etkisi : Sivil seyreltme
Resmi olarak 15 Mart 2011’de patlak veren Suriye İç Savaş’ı 10 yılı aşkın süredir devam etmekte. Bu süreç boyunca farklı uluslararası aktörlerin sahada ve masada ellerini güçlendirmek için verdikleri çaba bölgede yaşayan çoğu masum insanın yerinden edilmelerine sebep oldu. UNHCR verilerine göre Suriye’de bugün yerinden edilen insan sayısı 6.6 milyon civarında. 13.1 milyon insan ise Suriye içerisinde yardıma muhtaç hale geldi.
Bu yazıda ülkemizde de hepimizin hayatımızın bir noktasında aşina olduğumuz Suriyeli göçmen meselesine çoğu kişilerce değinilen “savaştan kaçtılar ve ülkelerini savunmadılar” gibi klasik söylemlerin aksine çok az kişinin farkında olduğu veya değinilmediği için bağlantı kuramadığı “Rus saldırılarından neden kaçtılar?” sorusuna cevap aradım.
Putin’in Suriye coğrafyasından istediği öncelikli olarak sürekli dile getirilen “Yeni Dünya Düzeni” çerçevesinde ABD’ye karşı gücünü ispatlamaktır. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD hegemonyasının sorgulandığı sistem, Arap ayaklanmalarının da etkisiyle yeni bir sınava tabi olmuştur. Bu bağlamda Arap Baharı’nın, Suriye ayağı Rusya için son kale olma olasılığıyla büyük önem arz etmektedir.
Nitekim Arap Baharı boyunca ilgili bölgelerde rejim güçleri özellikle ABD’nin desteği ile yıkılmış, tartışmaya açık olsa da bir şekilde ABD ve müttefiklerinin istedikleri yönetim şekilleri bölgeye entegre olabilmiştir. Nitekim bugün iç savaşın hala devam etmesi ve bu kadar uzun sürmesinin bir sebebi de Suriye’de rejim, Rusya’nın desteğiyle yıkılmamış ve kimsenin “kazandım” diyemediği bir hal almıştır. Bölgedeki güncel gelişmeler gösteriyor ki bu durum uzun yıllar sürmeye devam edecektir.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise Libya’da rejimin düşmesine göz yuman Rusya, Suriye’de neden aktif politika yürüttü? Kaddafi’nin düşmesi Rusya’ya ne zarar verdi de Esad ile hareket etti?
Bu soruların cevabını geçmişten gelen antlaşmalar, Rusya’nın Suriye’de gerçekleştirdiği yatırımlar olarak cevaplamak mümkün olsa da olayın iç yüzünde farklı nedenleri görmek mümkündür. Bu konuyu derinlemesine anlayabilmek için birkaç yıl öncesine; Libya’da Kaddafi’nin düşmesi ve bu olayın sonuçlarına bakmakta yarar görüyorum.
Libya krizi esnasında sivillerin korunması adı altında ABD, Fransa ve İngiltere liderliğinde uluslararası bir koalisyon Libya’ya karşı NATO operasyonu başlatmıştır. Bu operasyon sonucunda ise Kaddafi devrilmiş ve Libya’da kontrol muhaliflerin (Ulusal Geçiş Konseyi) eline geçmiştir. Bu durumun Rusya’ya yansıması ise ticari ve ekonomik ilişkilerin sağlam olduğu bir ülkeyi BM kararı sonucu kaybetmesi olmuştur.
Üstelik veto yetkisi olmasına rağmen bunu kullanmamış ve Çin ile birlikte çekimser oy kullanmıştır. Kontrolü ele geçiren yönetim ise Putin’e karşı mesafeli davranmış, özellikle Rusya’nın Libya’daki enerji şirketleri ayrıcalıklı pozisyonunu kaybetmiştir. Bu bağlamda dersini alan Rusya, Suriye iç savaşında aynı müdahaleye karşı veto yetkisini kullanmakla kalmamış, rejimin yıkılmamasının ve dolayısıyla iç savaşın devam etmesinin en önemli aktörü olmuştur.
Gelelim Rusya’nın Suriye politikasının göç ile bağlantısına; Putin, 30 Eylül 2015 günü Esad rejimine destek olmak amacıyla hava saldırılarını başlatmıştır. Bu saldırıların asıl amacı DEAŞ’a karşı kurulan koalisyonların (ABD tarafından) görevini yerine getirmediğine dair olan düşüncenin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Konumuzu ilgilendiren kısmı ise bombalanan bölgelerde siviller zarar görmüş, yerlerinden edilmiş veya hayatlarını kaybetmiş olmalarıdır.
Rusya’nın daha önceleri Çeçenistan ve yakın bölgesinde kullandığı “sivil seyreltme” politikası Suriye’de yeniden karşımıza çıkmaktadır. Bu politikanın amacı temelde nüfuz edilmek istenen bölgelerde sivilleri hedef alarak (bu durum saklanabilir, yanlışlıkla vuruldukları söylenebilir) ve sonucunda korku durumu oluşmasıyla birlikte bölgeden kaçırmaktır. Dolayısıyla yerel halk da muhalif kesimlere desteğini kesmek zorunda kalmıştır. Bu bağlamda, coğrafya ve ilgili haritalar incelendiğinde Rusya için stratejik öneme sahip bölgelerin hava saldırısına maruz kaldığı görülmektedir.
Hava saldırısı gerçekleştirilen bölgelere dikkat edildiğinde ise Türkiye’ye yönelik göç akınının büyük bölümünü bu bölgelerden kaçan insanların oluştuğunu görmek mümkündür. Özellikle Halep, İdlib, Deyr-i Zor gibi şehirler hedef alınmıştır. Türkiye’deki göçmen profiline bakıldığında ise ilgili kesimin menşe noktası olarak bu şehirler görülmektedir. Hava saldırılarında vurulan hedeflerin hastane, okul ve pazar yerleri olduğu göz önünde bulundurulduğunda bölge halkının kaçmaktan başka çaresinin kalmadığı kolaylıkla anlaşılabilmektedir. “Kaçmak” kelimesinin tanımını yapmak şöyle dursun, özellikle sivillerin kaçmadan hava saldırılarına karşı nasıl savaşabilecekleri tartışmaya açık bir konudur.
Bugün Türkiye’de ikamet eden göçmen ve mülteci sayısı 3.9 milyon ve bunların 3.6 milyonu Suriyelidir. Tabi ki bu insanların tamamı Rus bombardımanlarından kaçarak gelmiş olmasa da yazımızda değinmek istediğim nokta kaçmaktan başka çaresi olmayıp gelenlerinde olduğu, göz ardı edilemez bir gerçekliktir.