Kıymetli okurlarım bu hafta sizlerle insan ve yaşam davranışlarını konuşacağız.
Âdemoğlu yaratılıştan ve kişiliğinden kaynaklı hatta çoğu zaman içinde bulunduğu duruma ve psikolojiye göre hareket eden yapıya sahiptir.
İnsanoğlu ne kadar tuhaf! Anlık, saatlik yaşanan hayatların varlığı, alınan kararların yansımasını hesap edemeyip sonunda suçlu aramak ne tuhaftır. Üşüdüğü için sarıldığı yorganları, ısındıkça bir kenara fırlatıvermek; dar günde aklında beliren düşüncelerin, felaha erince anlamsızmış gibi gelmesi ne tuhaf! Ne kadar vefasızdır insanoğlu, ne çabuk unutur her şeyi!
Döngüdür yaşam ve bunu fark edebilmek için on yıllarca yaşamak ne tuhaftır. Dün, yanımızda olanların bugün toprak altında veya kim bilir hangi diyarlarda oluşu, onlara ne olduğunu merak etmeyişimiz ne tuhaftır. İğne acısına sızlayan yüreklerin ölüme sızlamamasına alışmak ne tuhaftır. Yokluğu, yitip gitmeyi idrak edemeyişimiz ve hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya dört elle sarılışımızı açıklayamayışımız. Oysa kime baki kalmış bu dünya, kim bulabilmiş ölümsüzlük sırrını?
Bu konuda vakti zamanında duyduğum şu cümle nedense hiç aklımdan çıkmaz oldu. “Ölümün ve ayrılığın olduğu şu dünyada gülmek mümkün müdür?”
Feleğin çemberi böyle işlerken biz insanoğluna ne demeli? Git gide yalnızlaşan, çıkarcı bir kimliğe bürünen böylece bencillik ile dolup taşan insan portresi içimizi acıtmaz mı? Bazen dikkatimi çekmiyor değil, yaşanan olaylar hakkında kastığımız sahte duyarlar, göstermelik gözyaşı emojileri ve anlık kelimelerle aktarılan üzüntüler… Ne kadar da sıradan ve basit, öyle değil mi? İnsanın koşup uzaklaşası geliyor. Nereye olursa, nasıl olursa diye ama bizi bu hayata bağlayan o görünmez ve kalın iplerden kurtulmak ne mümkün…
Sarmal bir merdiven çıkar gibiyiz. Basmakları ne kadar tırmansak bile sonu gelmez, ucu görünmez bir tırmanıştır. Umut olduğu için tırmanmaya devam etmek ve sonunda bir hiç’e ulaşmak… Aslında hiç, bile bir “hiç” değildir. Ulaştığın yer bir kapıysa eğer ve anahtar doğruysa, sana açılacak o yeni kapının seni nereye götüreceğini bilemezsin. Bunu tercihlerin belirler. Lakin anahtarın doğruysa ve niyetin halis ise zaten tırmandığın her basamak zorluklarla dolu bile olsa sonunda hak edilen mükâfat mutlaka alınır!”
Kendi kendime bazen soruyorum; sevgisiz, vefasız, çıkarsız bir dünya var mıdır? Varsa eğer nerededir? Gidenlerden haber var mıdır? Nedensiz kavgaların, sebepsiz ölümlerin sonu bir gün gelir mi? Kıyameti yaklaşmış şu garip dünyanın ilacının; “Gerçekten iman edenler,” cümlesinde gizli olduğunu ve bu cümlenin büyük bir anahtar olduğunu kimler bilebilir?
Gerçekten iman eden birisi yalan söyleyemez, hırsızlık yapamaz, kadına çocuğa yaşlıya el kaldıramaz, başkasının malına göz dikemez, cana kıyamaz, isyan edemez, insanları aldatamaz, kötü söz söyleyemez, kötülüğe meyledemez ve daha nicesi… Bunca yanlışı tek başına ortadan kaldırabilen başka bir anahtar var mıdır? Buna rağmen görmemezlikten gelişimize bir bahane bulunabilir mi?
Nefes aldıkça mücadele edecek olan insanoğlu enerjisini daha fazla döngü için harcamakta ve sonunda döngüler rutinlere dönüşmekte. Oysa biz, bize verilen yaşam süresini daha akılcı, inançlı, ahlaklı ve faydalı kullanmalıyız. Unutmamak gerekir ki, her yerde mezar var ve mezarsız milyarlarca yatan var ama yaşayanlar, içlerinden yalnızca bazılarını hatırlıyor. Yunus Emre, Mevlana, Edison, Newton, Mozart, Albert Einstein, İbn-i Sina, Farabi, Fatih Sultan Mehmet Han, Sultan Selahaddin Eyyubî, Mimar Sinan, Ali Kuşçu, Piri Reis… Ve daha adını sayamadığım niceleri, unutulmadı; unutulmayacak! Öyleyse, unutulanlardan değil, ölümsüz olanlardan olmak için mücadele etmeliyiz!
Tüm okurlarıma esenlikler dilerim.