Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin temellerini atarken kültür sanatın bu temelde ne kadar önemli bir harç olduğunu biliyordu.
“Türkiye Cumhuriyetinin Temeli Kültür’dür.” Sözünün anlamı da, önemi de güçlüdür. Çünkü Atatürk, kültür ve sanatın bir milletin fikirlerini ve duygularını yaşattığını, kabiliyetinin ve benliğini yansıttığını biliyordu.
Yıllarını savaş meydanlarında mücadeleyle geçirmesine rağmen Atatürk, asla kültür ve sanattan bağını koparmamıştı. Cephe de dahi kitap okumaya vakit ayırması, hep yeni bir şey öğrenmenin peşinde olduğunu göstermektedir. Çünkü biliyordu ki cephedeki savaşın kazanılmasının yanında medeniyet savaşının da kazanılması gerekiyordu.
Cumhuriyetle gelen modernleşme, kültür ve sanat alanında da kendini gösterecekti. Latin alfabesinin kabulü, edebi metinlerin çevrilmesi ve anlamının daha iyi anlaşılmasını sağlamıştı. Milli Edebiyat Döneminde gelen dilde sadeleşme, sonraki dönemde Cumhuriyet Dönemi Edebiyatını besledi. Bu dönemde edebiyatımızın, hem yazar hem içerik bakımından daha zenginleştiğini söyleyebiliriz.
Sadece edebiyat değil müzikal alana da Atatürk büyük önem veriyordu. Kendisinin sesinden, notalara dökülmüş, Rumeli Türküleri vardır. Türkülerin yanı sıra klasik müziği ve operaya da önem veriyordu. Bu türün, Türk Müziği repertuvarına girmesine de öncülük etmişti. Opera konusunda da aynı şekilde cumhuriyetin ilk yerli operasının sahnelenmesine öncülük etmiştir. Söz konusu ‘’Özsoy Operası’’ İran Edebiyatının önemli destanı Şehname’den esinlenerek yazılmıştır. Ankara Halk Evi’nde sahnelenen operayı, Atatürk ve ziyaret için Türkiye’de bulunan İran Şahı Rıza Pehlevi birlikte izlemiştir. Bu opera o dönem, iki ülke arasındaki dostluğun gelişmesine katkı da bulunmuştur. 1934’te 3 perde halinde sahnelenen opera, daha sonra Atatürk’ün 100. doğum gününe denk gelen yılda Adnan Saygun tarafından bir kez daha sahneye konmuştur.
Tiyatro içinde aynı şekilde modernleşme süreci vardı. Atatürk’e göre; ‘’ Tiyatro yalnız hoş vakit geçirme, bir eğlence aracı değildir. Bir ulusun fikir seviyesini, yaşayışını ve zevkini de belirleyen büyük bir sanat dalıdır.’’ Bu sözlerinin ardından Temsil Akademisini kurulması kararını vermiştir. Atatürk’ün, Türk Tiyatrosunun gelişimi için önemli bir diğer adım 1936 yılında Alman yönetmen Prof. Dr. Carl Ebert’i Ankara’ya getirmek oldu.
Ankara Devlet Konservatuvarı ve Genel Müdürlüğünün kurucusu olan Carl Ebert, Türk Tiyatrosunun gelişiminde büyük rol oynamıştı. İlk olarak 1941 yılında Carlo Goldoni’nin Öteki Kadın oyununu sahneleyen Carl Ebert, daha sonra Sophokles’in Antigione ve Kral Oidious, Moliere’nin Cimri, Shakespeare’nin Julius Ceaser gibi Dünyaca ünlü birçok tiyatro eserini sırayla sahnelemeye başladı. Yine kendisinin yetiştirdiği Ertuğrul İlgin, Carlo Goldoni’nin Kahvehane oyununu sahneye koydu. Artık Türk Tiyatrosu için bir ekol oluşmaya başlıyordu. Carl Ebert’in ardından göreve gelen Muhsin Ertuğrul’la (ilk film çeviren sanatçı) birlikte de Türk Tiyatrosu gelişimini sürdürdü ve bugünlere kadar sayısız sanatçı yetiştirmeyi başardı.
Tiyatro, opera, müzik, heykeltıraş, resim vb. birçok sanat dalı cumhuriyet döneminde büyük bir modernleşme rüzgârına girdi. Bahsettiğim yenilikler bu alanda yapılmış yeniliklerin sadece bir kaçı. Atatürk’ün kültür ve sanat alanında kafasında tasarladığı vizyon, Türk Kültürünün gelişiminde her alanda kendini gösterdi. ‘’Medeniyet ufkundaki güneş doğmuştu’’ ve savaş alanında kazandığı zaferlerin yanına, medeniyet savaşını kazandığı zaferleri de eklemeyi başarmıştı. Zafer Bayramımızın yıldönümünde Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını bir kez daha saygı, rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz.