Öncelikle, Bankacılıkta mevduat yapısı ve faiz oranlarının oluşumu konusuyla ilgili olarak iki yaklaşım bulunmaktadır. Birincisi, Likidite Tercihi Teorisi/Keynesyen, İkincisi ise Ödünç Verilebilir Fon Talebi.
Birincisi, Likidite Tercihi Teorisi/Keynesyen yaklaşım. Bu yaklaşıma göre: faiz oranlarını para piyasasındaki arz ve talep belirler. Faiz oranıyla para talebi arasında ters bir ilişki vardır. Gelir arttıkça elde tutulan para miktarı artar. Para arzını belirleyen unsurlar: Hanehalkı, bankaların kaydi para yaratması ve Merkez Bankası’dır. Para arzı fazlası, faiz denge noktasından yüksek ise finansal kaynaklara yönelim olur ve (faiz getirisi için) böylece denge noktasına gelinir.
Eğer talep fazlası varsa, bu durumda da faiz oranları düşük olduğundan, düşük getiriden dolayı finansal varlıklar satılır. İkincisi ise Ödünç Verilebilir Fon Talebi. Bu ise: faiz oranlarının fon ve/veya kredi piyasasında belirlendiğini öne süren yaklaşımdır. Ödünç verilebilir fon arzını faiz ve gelir belirler. Bunlar arttıkça ödünç verilebilir fon arzı artar. İşletme, hanehalkı ve devletin tasarruf veya kredi talepleri ödünç verilebilir fon arz ve talebinin kaynaklarıdır.
Piyasada fon arzı fazlası varken faiz oranları yüksek bir seviyededir. Bundan dolayı bu faizden yararlanmak için fon talebi gerçekleşir ve denge noktasına ulaşılır. Piyasada fon talebi fazlası varsa faizlerin düşük olmasından dolayı, az faiz kazancı ve ucuz kredi kullanma imkanı fon arzına sebep olur ve böylece faizler dengeye gelir.
Şimdi geleim iki yaklaşımın karşılaştırılması hususuna: İki yaklaşımda da kısmi denge analizi kullanılmıştır. İki yaklaşımda da aynı denge faizine ulaşılır. Farklı olan sadece metotlardır. Likidite tercihi teorisinde stok değişken, ödünç verilebilir fon talebi teorisinde fon akımı söz konusudur. Her iki yaklaşımda da enflasyon inceleme dışı bırakılmıştır.
Bu kapsamda incelenmesi gereken diğer konular ise faiz oranlarının yapısını etkileyen unsurlardır. Bunlar ise ilk olarak faiz oranlarının vade yapısı olarak geçer.
- a) Bekleyişler Teorisi: Piyasacıların tek amacı kar maksimizasyonudur. Faiz oranlarının vade yapısını belirleyen faktör faiz oranlarının gelecekte göstereceği değişikliklere ilişkin beklentilerdir.
- b) Likidite Primi Teorisi: Satılan menkul değerlerin likidite durumuna göre faiz oranları oluşur. Uzun vadeli finansal aktifler, kısa olanlara oranla likidite primi içerecek şekilde daha yüksek olur.
- c) Bölünmüş Piyasalar Teorisi: Farklı vadelere sahip finansal aktifler arasında hiçbir ikame ilişkisi yoktur.
İkincisi sahip olunan menkul kıymetlerin vergi ayrıcalığıdır:devlet kendi çıkardığı menkul kıymetlerin satılması için vergi ayrıcalığı tanıyabilir. Bu da getiriyi arttırır.
Üçüncüsü finansal aktifin geri ödenmeme riskidir:finansal varlıkların geri ödenmemesi gibi bir sorun olabilir. Devletin çıkarttığı finansal varlıklar için bu risk 0’dır. Geri ödememe riski olan varlıklar risk primi verirler.
Son olarak ise finansal aktifin pazarlanabilirlik özelliği:Finansal varlığın ikincil piyasalarda ne kadar işlem hacmi olduğudur. Pazarlanabilirlik yüksekse faiz oranları da düşüktür.
Bunlardan başka, bankacılık sektöründe çeşitli davranış modelleri bulunmaktadır ve iç&dış riskler ile piyasanın genel durumuna göre değişkenlik ihtiva eder. Bunlarda üçe ayrılır.
Tam Rekabet:
Giriş çıkış serbesttir. Fakat gerçek hayatta örneğin BDDK varlığı. Hiç bir bankanın tek başına kredilere uygulanacak faiz oranını etkileme şansı yoktur. Kredi vermek isteyen çok sayıda ve aynı ölçekte banka, almak isteyen de çok sayıda müşteri vardır. Piyasa farklılaştırması olmaz. Bankalarda ve müşterilerde tam enformasyon bulunur. İşlem maliyeti olmaz. Kredi maliyetlerinin iki sebebi vardır: Bankanın kredi vermek için kullandığı fonların maliyeti ve genel yönetim giderleri. (Personel ve uzmanlara yapılan ödemeler)
Eksik Rekabet:
Bankanın faiz oranlarını etkileme gücü vardır. Negatif eğimli talep eğrisiyle karşı karşıyadır. Monopol güce sahip banka diğer bankalardan daha yüksek bir faiz oranı uyguluyorsa bile, talep olabilir. Örneğin, kasabadaki tek banka olmak. Ölçek ekonomilerinden faydalanıp maliyeti düşürebilir. Uzmanlaşmadan yararlanabilir.
Oligapolcü Model:
Piyasada birkaç bankanın rekabet etmesi sonucu bu model oluşur. Bu bankalar karşılıklı birbirlerinin davranışlarına bağlı olarak hareket ederler. Buna yoğunlaşma oranı denir.
Bir diğer önemli husus ise yanlış bilgilendirme/asimetrik enformasyon ve ters seçim olgusudur. Buna göre ise: bankalardan kredi alan müşteriler geri ödemede sorun yaşayabilir. Bankalar da bu geri ödenmeme riske karşılık ödeme gücü yüksek olan kişilere düşük faiz, ödeme gücü düşük olan, riskli kişilere daha yüksek faiz uygulayabilir, farklılaştırmaya gidebilir. Böyle bir durumda kredi için başvuran iki kişiden biri durumunu yanlış olarak beyan etmişse burada asimetrik enformasyon gerçekleşir.
Asimetrik enformasyon sonucu bu iki müşteriden dürüst olmayan yüzünden dürüst olan cezalandırılmış olur. Çünkü krediyi ödeyemeyen müşteri yüzünden kredi maliyetleri yükselir, bundan dolayı faizler yükselir ve dürüst olan müşteri artan faiz oranında ödeme yapmak zorunda kalır ve bunu da ödeyemez hale gelir. Buna ters seçim diyoruz. Banka bu sorunu çeşitli anket, kredi raporları, kredilerin ödenmemesi durumunda acımasız davranacakları imajını sağlayarak çözmeye çalışır.
Bankacılıkta faiz oranlarının oluşumu konusunda bir diğer önemli husus ise mevduatlar arası belirsizlik ilişkisidir. Bankalar mevduatların bir kısmını saklamakla yükümlüdürler. Mevduatların bir kısmının güvence olarak el altında tutulması bankadan ani para çıkışları için gereklidir. Ve bankalar bu para çıkışlarını önceden tahmin etmeye çalışmaktadırlar.
Ve ona göre kredi vererek kazançlarını maksimize etmek isterler. Eğer banka bu mevduat talebini karşılayamazsa batabilir. Buna göre bankalar, mevduat çıkışlarının sıklığı (örneğin haftasonları). mevduat sahipleri sınıflandırma (örneğin 10.000 TL den fazla bakiyeleri olanları sınıflandırmak). ekonominin içinde bulunduğu durum gibi faktörlere göre rezerv oranını belirlemelidir. Şimdi gelelim banka yeteri kadar likiditeye sahip değilse rezerv ihtiyacını nasıl karşılar sorusuna cevap bulmaya.Öncelikle, banka elinde bulunan varlıkların bir kısmını satar, nakite çevirir. Bankalararası para piyasasından borç para alarak (INTERBANK) bunu çözmeye çalışır veya Merkez Bankası kaynaklarına başvurabilir. (Reeskont)
Son olarak, bir bankanın mevduat sahiplerine paralarını ödeyememesi durumunda diğer bankaların da aynı duruma düşeceği beklentisi banka paniklerini ortaya çıkarır. Global veya yerel ekonomik kriz dönemlerinde bunun örneklerini çok gördük. Banka paniklerinin en büyük nedeni de kısmi rezerv bankacılığıdır. Yani bankalarda bulunan mevduatların hepsinin rezervlerce ödenmemesi sorunu.
Banka paniği olduğunda uygulamaya konulabilecek önlemler ise üç şelikde olabilir. Bankanın yapacağı ödemeleri ertelemesi, mevduatların belli bir süre için dondurulması ve merkez bankasından borç almak. Banka paniklerini % 100 önlemenin yolu ise MB’nin bütün mevduatları sigorta altına almasıdır. Türkiye’de 100 bin TL’ye kadar mevduatlar sigortalanmıştır. Fakat bu sigortaların verdiği güvence ile bankaların mevduatlara göre az karşılık ayırması da kötü niyet sorununu (moral hazard) ortaya çıkarır.