Her geçen gün çevremizde yükselen apartman katlarında insan yalın bir yalnızlığa yakalanıyor.
Kentlerin yorgun ve yoğun günlerinin arasında sevdiklerimizle takvim yapraklarını eksiltiriz. Bazen zaman öyle bir hızlı akar ki ihtiyacımızın temellerini dahi unuturuz.
Yavaş yavaş erozyona uğrarken ruhumuz fark etmeyiz. Oysa ki doğa ana bize sesini birçok şekilde duyurmaya çalışır. İklimler, doğumlar, kayıplar yaşarız.
Her geçen gün çevremizde yükselen apartman katlarında insan yalın bir yalnızlığa yakalanıyor. Tekli koltuklar pencere kenarlarında konumlandırılıyor, ziller çalmıyor, posta kutuları fatura ve banka gönderileri ile dolup taşıyor. Yalnızlaşıyoruz!
Bir olay döngüsünün sorun haline dönüşüp dönüşmediğini bir tek yolla anlarsınız. Farkındalık. Bu kavramın tanımını doğru yaptığınız sürece insanın ruh-i dünyasına giden yolun ilk basamağındasınız demektir.
Artık hiçbir şey eskisi değil yaşamlarımızda. Kendimize ait bir bahçemiz, demirden adımızın yazdığı giriş kapımız yok. Koca bir çatının altına kat kat konumlandırılmış ev ahalileri var. Anlamsız ve tanımsız bir ilişkiye doğru gidiyor vaziyet. Sanki ne kadar üst katta olursan, o kadar üstün bir sınıf-ı hal algılanıyor. Hâlbuki ha beşinci ha onuncu katta otur ne fark eder? Elini uzatıp dalından koparamadığın elmanın kokusunu ciğerine çekmediğin sürece ne anlamı var?
Bize biraz empati lazım. Bize biraz sevgi lazım. Bize biraz merhamet lazım.
Edebiyata, sanata ve insana dair görüşmek üzere…