Bugün 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü. Bu anlamlı günde bir sanat emekçisi Gizem Tataroğlu ile beraberiz.
Kanada’da yaşamını sürdüren başarılı yönetmenle keyifli bir röportaj gerçekleştirdik
Öncelikle, kariyerinize nasıl başladınız? Bir çocukluk hayali mi yoksa sonradan evrildiğiniz bir alan mı oldu sanat?
Ritüelist bir çocukluk dönemiyle yoğrulmuş bir geçmişe sahibim. Kendi kurgularımın, senaryolarımın, gördüğüm rüyaların ve evde yaşanan anların peşine düşerdim; bahçede izlediğim kedileri bile bu yaratıcı dünyamın bir parçası haline getirirdim. Bu öyküleri aynanın karşısında veya misafirlerin önünde canlandırarak küçük bir sahne performansına dönüştürürdüm. Bu deneyimlerim, yıllar sonra Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Dans Tiyatrosu üzerine yüksek lisans tezi yazmamı şekillendirdi. Dans ederek ifade etmek ise benim için adeta Kızılderililerin ateş başında toplanıp rüyalarını canlandırmalarına benzer bir deneyimdi.
Evde bulunan malzemelerle, bir havlu, mutfak gereçleri veya bahçeden topladığım çaputlarla küçük prodüksiyonlar oluştururdum. Bu süreçte yapımcılık, yönetmenlik ve oyunculuk rollerini bir arada üstlenirdim. Ailem her zaman sanat eğitimim ve kariyerim konusunda en büyük destekçim olmuştur. Annemin tarihi eser restoratörü ve babamın mimar/yüksek mühendis oluşu benim görsel düşünüşüme büyük katkı sağlamıştır.
Özellikle anneannem Suna Engin’in beni küçük yaşta romanlarla tanıştırdığı okuma saatlerimiz sayesinde roman tutkunu oldum ve yüzlerce karakterle tanışma şansım oldu. İlk sahneye çıktığım oyun, değerli yazarımız Güngör Dilmen’in “Deli Dumrul” oyunuydu. Kadıköy Güzel Sanatlar Lisesi’nde Tiyatro Bölümü’nde ve devamında Mimar Sinan Devlet Konservatuvarı’nda Tiyatro Ana Sanat Dalı’nda eğitim aldım. Eğitim hayatım boyunca çok kıymetli ustalarla; Zeliha Berksoy, Semih Çelenk, Meltem Cumbul, Reha Özcan, Atilla Şendil ile çalışma fırsatım oldu.
Sonrasında, Polonya’da yer alan Grotowski Enstitü’süne bağlı Stüdyo Matejka’nın fiziksel tiyatro eğitimlerine katılarak; bedenin anlatım ve ifade olanakları üzerine derinleştim. Burada ki sanatsal yolculuğum uluslararası; Polonya, Yunanistan, Türkiye ve Yeni Zellandalı sanatçılarla birlikte ortak ürettiğimiz “Medea Belleği” adlı oyunumuza vesile oldu. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde sergiledik.
Çok iyi okullarda eğitim almış bir yönetmen olarak, eğitim almadan yönetmenlik koltuğuna oturan, sadece ajans eğitimiyle oyuncu olan isimler mevcut. Hatta bunların dahi olmadığı isimler var. Bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Özellikle de yönetmenlik, böyle kolayca evrilecek bir alan olmasa gerek.
Yönetmenlik, sanatın en derin ve etkileyici formlarından biridir. Bu sanat dalında ustalaşmak, yaşamın derinliklerine inmek, insan deneyimini anlamak ve onu özgün bir şekilde aktarmak demektir. Her yönetmen, kendi hikayesini ya da onu etkileyenleri anlatma arzusuyla yola çıkar. Ancak gerçek ustalığın, bu hikayeyi anlatma biçiminde yattığını düşünüyorum. Teknolojinin gelişimiyle birlikte bu anlatım biçimleri de sürekli evrilir ve değişir. Bir yönetmen için, öğrenme hiç bitmeyen bir süreçtir. Her yeni deneyim, yeni bilgi ve yeni gözlem, sanatın derinliklerine daha da inmesini sağlar. Bu nedenle, yönetmenlik sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir yaşam tarzıdır; sürekli öğrenme, keşfetme ve yeniden yaratma sürecidir. Hem özü hem de biçimi anlamak ve derinleşebilmek için iyi bir perspektif, entelektüel altyapı; iyi bir okur-yazarlık olması gerektiğini düşünüyorum.
Şu an Kanada’da yaşıyorsunuz. Projelere orada devam ediyor musunuz? Türkiye’deki sektör koşullarından dolayı mı bu tercihi yaptınız? Yoksa bireysel olarak bir şarta bağlanmaksızın mı bu kararı verdiniz?
“Akşama Yemekte Sanat Var” adlı Orta Doğu’da kadın sanatçı olmayı ve “Ben ne kadar özgür hissediyorum” sorusunu soran kısa filmimi tamamladıktan sonra, dünyanın en önemli film okullarından biri olan Vancouver Film School’u burslu olarak kazandım. Bunun uzerine Kanada’ya taşındım. Görsel hikaye anlatıcılığımı geliştirmek için önemli bir fırsat oldu benim için. Türkiye’de sektör koşullarının hala gelişmekte olduğunu gözlemliyorum. Ülkeme sanat alanında katkı sağlamak için her zaman hazırım..
Kanada’ya yerleşmeden önce Türkiye’de hangi yapımların içinde yer aldınız?
Yakın tarihlerde, İzmir Devlet Tiyatrosu’nda sevgili Aslı Kılan’ın yönettiği “Oyunun Oyunu” adlı oyunda yer aldım. Yine Devlet Tiyatrosu bünyesinde “Türkiye Kayası”, “Guguk Kuşu”, “Çılgın Dünya” ve “Yanık” oyunlarında oynadım. Kurucusu olduğum Van Art Prodüksiyon’da, Yeşim Yetin adlı bir tiyatro oyuncusunun sektörde maruz kaldığı hikayeleri trajikomik bir dille yazıp yönettiğim “Seçme (Audition)” oyununu aynı zamanda yapımcılığını üstlendim.
Sevgili Özge Oldaç oyunculuk performansını üstlendi. Geçtiğimiz 8 Mart’ta bu oyunumuzu kadın seyircilerle ücretsiz olarak buluşturduk. 2019 yılında göçmen kadınların hikayesini anlatan “Hiç Kimse” adlı oyunda yer aldım. ‘Tehlikeli Saplantı’, ‘Islak Ekmek’, ‘Kocasını Pişiren Kadın’, ‘Bazı Kadınlar’, ’23 Numara’, ‘Medea Belleği’, ‘Kelebeklerin Peşinde’rol aldığım bazı oyunlardan. Koreograf, yönetmen ve oyuncu olarak onlarca projede yer aldım. Ayrıca oyunculara ve dansçılara yönelik “Oda ve Bellek” isimli fiziksel tiyatro atölyesi yürüttüm. Bir yandan yazdığım “Güneş Sirki” ve “Küçük Filozoflar” adlı çocuk oyunlarım çeşitli ozel tiyatrolarda sergilendi ve geçtiğimiz yıl Devlet Tiyatroları Repertuarı’na alındı. Tekrar sahnelenmelerini sabırsızlıkla bekliyorum.
Kanada’da sadece film üzerine mi çalışmalarınız var? Tiyatro oyunları da sahnelemeye devam ediyor musunuz?
Vancouver Film School, çok yoğun bir program. Okul 7/24 açık ve gece, gündüz okulda film çekiyoruz. Okul’da yaşadığımızı söyleyebilirim. Haziran ayında mezun olacağım. Mezuniyet sonrası hayatta geçirmek istedigim tiyatro projelerim var.
Van-Art & Co. Production Stüdyo adlı şirketi kurduğunuz birkaç yıl önce. Çok önemli başarılara imza attınız. Ödüller aldınız. Kuruluşundan bu yana imza attığınız projeleri sizden dinlemek isterim. Ardından gelecek projelerinizden de bahsetmek isterseniz onları da dinleyebiliriz.
Değerli eşim Eray Özbilir ile kurduğumuz Van Art bizim için çok kıymetli. Özgürlük alanımız diyebilirim. Sansürsüzce üretim yapabildiğimiz yer. Sinema, tiyatro ve eğitimi kapsıyor. Bir ayağını Vancouver’da kurmak ve iki ülke arasında ortak yapım projeleri üretmek istiyoruz. Her projenin kendi zamanı olduğuna inanıyorum. “Delik (The Hole)” adlı dans filmim ön prodüksiyon aşamasında. Rene Magritte’in sürreal estetiğinde bir atmosfer yaratmak istiyorum. Filmimiz için bir fonlama kampanyası oluşturduk. Tüm destekler bizim için önemli. Mayıs ayında çekime geçeceğim. Sisyphus’un kaya metaforuyla günümüzün en önemli sorunsalı olan göçmenleri içeren sözsüz bir dans filmi. Cirque du Soleil’de yer alan dansçılar bu projede yer alacak, çok heyecanlıyım. Mezuniyet sonrasında ise, senaryosunu yeni tamamladığım Kanada’da yaşayan Türk, İranlı ve Afgan göçmenlerin hikayelerini anlatan bir projeye başlayacağım.
Size başarılarla dolu bir kariyer diliyoruz. Bir sanat emekçisi 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Gününüzü de kutluyoruz.