Günümüzde pek çok meslek, insani değerlerden uzak bir şekilde yürütülmeye başladı. İşini sevgi, şefkat ve dikkatle yapması gereken meslekler dahi, bir rutin haline gelmiş mekanikleşmiş durumda.
Bugün yapay zeka hakkında okuduğum bir makaleden bahsetmek istiyorum. Yazıya bir soru ile başlıyordu. “Yapay zeka sizce tehlikeli mi?” Bu soru beni düşündürdü. “Yapay zekaya karşı mıyım, gerçekten tehlikeli mi?” Konunun artıları ve eksilerini tartarken, beni en çok endişelendiren noktanın teknolojinin kendisinin değil, geldiği aşamanın olduğunu fark ettim.
Eskiden yalnızca bilim kurgu filmlerinin ürünü olan yapay zeka, bugün hayatımızın her alanında yer alıyor. Alışverişten sağlık hizmetlerine, eğitimden ulaşım sistemleri ve kişisel asistanlara kadar her şeyde yapay zekanın etkilerini görüyoruz. Yani kararlarımızı yönlendiren, günlük rutinlerimizi şekillendiren bir güç haline geldi demek daha doğru olur.
Teknolojinin evlerimize ilk adımı, işlerimizi kolaylaştıran cihazlarla oldu. Çamaşır makineleri, bulaşık makineleri ardından telefonlar, akıllı cihazlar vs. Şimdi ise insansız hava araçları, kendi kendine giden arabalar ve robotlar bir çok iş kolunda insanların yerini alıyor. Bu hızla ilerleyen teknoloji, küresel işsizlik ve hareketsizlik gibi büyük sorunlara yol açabilir mi? Bu endişeler, yapay zekanın getirdiği bir “cehennem” senaryosunu aklıma getirdi. Ancak bir başka soruyu da kendime sormadan edemedim: “İnsanlar, şu anda yaptıkları işlerde insani değerleri ne kadar koruyor?”
Bunu düşündüğümde, asıl sorunun yapay zeka değil, insanlığın iş yapış biçiminde olduğunu fark ettim. Günümüzde pek çok meslek, insani değerlerden uzak bir şekilde yürütülmeye başladı. İşini sevgi, şefkat ve dikkatle yapması gereken meslekler dahi, bir rutin haline gelmiş mekanikleşmiş durumda. Örneğin bazı öğretmenler dersi sadece müfredatı tamamlamak amacıyla, sanki bir algoritmayı işliyor gibi sunuyor. Bankacılar ve müşteri hizmetleri çalışanları, karşısındaki insanın ihtiyacını anlamak yerine prosedürlere göre hareket eden birer makine gibi çalışıyor. Doğal olarak aynı işlemi yüzlerce kez tekrar eden bu meslek gruplarını, yapay zeka devr alsa ne fark eder diye düşünmüyor değilim.
Kendi yaşadığım bir deneyimi paylaşmak gerekirse, bu sabah boğaz ağrısıyla uyandım. Hemen “doktora mı gitsem?” diye düşünürken son hastane deneyimimi hatırladım. Doktora gittiğimde, şikayetlerimi sıraladım. Yüzüme uzaktan baktı, bir kaç soru sordu ve reçetemi yazdı. Ne boğazımı ne de kulağımı kontrol etti. Stetoskopla yapılan muayeneler geçmişte kalmıştı sanki. İnsanların bilmediğimiz yeni özellikleri mi vardı? Gözle tarama işlemine geçiş yapılmıştı da halkın mı haberi yoktu? O gün aldığım hizmet, sanki bir algoritmanın bana vereceği türden bir geri bildirimdi. Zira farenjit olduğumu bile sonrasında e-Nabız’dan öğrenmiştim. Eğer bir yapay zeka bana teşhis koymuş olsaydı, sonuç farklı olur muydu? Dolayısıyla teknolojinin bu derece sağlık sektörüne girmesi beni rahatsız etmedi. Çünkü aldığım hizmet zaten insani değildi.
Fark ettim ki, insani değerlerin temel alındığı meslekler bile, bu değerleri yitirmiş durumda. Doktorların, hemşirelerin yaklaşımı, adalet sağlayıcılar, turizm sektöründekiler, bankacılar ve müşteri hizmetleri çalışanlarının tavırları… Kısacası sevgi, dikkat ve empati ile yapılması gereken işler mekanik bir rutine dönüşmüş. Peki, işler zaten böyle yürütülüyorsa, yapay zekanın yerimizi alacağından neden korkalım? Asıl korkulması gereken, işimizi yaparken insani değerleri çoktan kaybetmiş olduğumuzdur.
Sonuç olarak, teknolojiden endişe duymaktan ziyade, insanlığın içten içe robotlaştığını görmek daha ürkütücü. Yapay zeka belki de sadece bu süreci hızlandıran bir detay. Gerçek sorun ise, işimizi sevgi, şefkat ve empati ile yapmayarak çoktan yapay zekaya teslim etmiş olmamız.