Yalnızlığın başlangıcından haberimiz yok. Belki anne karnında daha dünyayı tanımadan başladığı için bu işin başlangıcını hatırlamıyoruz.
İlk yazımı son zamanlarımın zirve psikolojik durumu üzerine yazmak biraz kolaya mı kaçmak olacak dersiniz, bilmiyorum. Ama fark ettim ki bu konuya herkes kendi tecrübeleriyle yaklaşmaya çalışıyor. Ruh ve zihin dünyası, içine yerleştirdiği deneyimleri sunuyor. Demek ki yalnızlığın başlangıcından haberimiz yok. Belki anne karnında daha dünyayı tanımadan başladığı için bu işin başlangıcını hatırlamıyoruz. “Ben ilk defa şu zamanda yalnız kalmıştım ve ne yapacağımı bilememiştim.” diyemeyiz. Evet, bazı zaman olur ki ne yapacağımızı bilemez, bir kara delikte sürüklendikçe sürükleniriz, kayboluruz. Hayat bize bir tokat atmış gibi elimizi yanağımıza götürür uzun uzun düşünürüz. Fakat hatırlatayım ki konumuz dertlerimiz değil, yalnızlık. Ya da dertler içinden “yalnızlık”.
Belki de insan yalnızlığıyla bir derdini birleştirdiği için olayların içindeki boyutları göremiyor. Örneğin yaşadığı ağır bir darbe yalnızlıkla birleşmişse bu darbenin yalnızlık boyutuna inemeyebilir. Oysa her gelen imtihan içinde birçok imtihanı beraberinde getirmiştir. Bizler de sadece üzerindeki örtüyü görmekteyiz. O örtüyü kaldırsak ve işe içindekileri temizlemekle başlasak yükümüzün hafiflediğini hissedeceğiz.
Ben o örtüyü kaldırmayı denedim ve içinde yalnızlık adlı bir cisimle karşılaştım. Yani demek oluyor ki sıkıntılarımızı önce metaryale dökmeliyiz. Beyin görmediği şeyi hep yok sayar ve yok olanı yok etmek ruha azap verir. İş bölümünü beyin, kalp ve ruh üçlüsü içinde dikkatle paylaştırmalısınız.
Beyin sistematiktir. Bilgisayar gibidir. 0’lar ve 1’lerden oluşur. Onun için ya vardır ya yoktur. ihtimallere kapı aralamaz. Çünkü işlevi budur; varlık ya da yokluk.
Beyin işlevini bitirince kalp süzgecine gönderir.