Öncelikle Google’a “Yalnızlığa ne iyi gelir?” sorusunu soracak kadar çaresiz kaldıysanız birkaç dakika düşünün ve tuşlara basma kararına öyle varın.
Aynı başlıklı önceki yazının devamı niteliğinde olduğunu belirterek giriş yapmak istiyorum. Öncelikle “Sonu çok saçma olmuş.”, “Çok kısa olmuş.”, “Devamı nerde bunun?” tarzında gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Çünkü bu benim için bir şey yapıp bu yazıyı okuduğunuzu gösteriyor. Hal böyle olunca yarım kalmışlık bende yeni bir ufuk açtı ve “Yalnızlığın Başlangıcı” adlı küçük bir terapi serisi oluşturmaya karar verdim. Uzun uzun yazmaları severim. O yüzden sizi sıkmayacak şekilde birkaç bölüm halinde bir seri başlatalım o vakit.
Önceki yazımızda nerede kalmıştık? Ha, evet, beynin işlevinden bahsettikten sonra görevi kalbe bıraktığını söylemiş, noktayı koymuştuk.
Beyin işlevini bitirince sebepleri kalp süzgecine gönderir. Kalp burada frekanslar barındırır. Önceden gönderilmiş acı tatlı frekansları hatırlar. Beynin 0’lar ve 1’lerine yeni ihtimaller getirir; 0.25, 0.45, 0.62… Benzer frekansları yakaladığı an anahtar kilit uyumu gibi anımsar ve benzer tepkilerle atımlarını devam ettirir. Bu şiddetli atımlar ruha baskı yapmaya başlar. İşin zirvesi ruhtadır. Karanlık bir yolcuğun içinde olan duygular ruh ile aydınlanır. Ne yapılacağına işte o karar verir. Demiştik ya, iş bölümü içerisinde olan bu üç arkadaş topu karşı kaleye kadar taşır ve takımın forveti ruha orta açarlar. Kalbin yaptığı bu asiste ruh hangi açıdan vurursa vursun hedefi kaledir. Ya kalpten gelen pası önceki maçta olduğu gibi auta gönderir. Yahut bu sefer deneyimiyle açıyı hesaplamış olarak topu ağlarla buluşturur.
İşte bu noktada açıyı hesaplamanız için kendinize vakit ayırdığınızı ve işi irdeleyip irdelemediğinizi sorgularsınız. Çünkü eğer aynı sebebin önceki versiyonunda derinlere inip bir çözüme ulaştıysanız artık elinizde formül kâğıdı vardır. Tekrardan bu işlemlerle uğraşmayabilirsiniz. Belki de çözüme gidecek farklı bir formül daha oluşturabilirsiniz. Ama her ne olursa olsun örtünün altından aldığınız cismin “yalnızlık” olduğunu unutmayın. Çözümünüz ismiyle müsemma olmalı.
Evet, yalnızlığınıza yalnız çözüm bulunuz. Çünkü her şey geçici ve ölümlüdür. Ruhunuz ise sizinle sonsuzdur. Sizi hiçbir zaman bırakmayacak olan tek şey odur. Yalnızlığınızı çözerken onu bozmaya sebebiyet verdiğiniz bir şahıs hayatın her safhasında yanınızda olmayabilir. Üst üste düşüşlerinizde o sizi kaldırmıştır belki. Bu da beynin “1” olarak o kişiye gitme seçeneğini kalbe gönderdiği bir sistem oluşturmasına sebep olur. Ruh dahi bu seçenekle yola çıksa ve sonu öncekiler gibi olmasa ürettiğiniz her şey yerle bir olur. Dünya fanidir. Herkes her şeyi yapabilir ve herkes gidebilir. Geriye kalan ne en yakın dostunuz ne aileniz ne umut bağladığınız hayallerinizdir. Geriye kalan sadece ruhunuzdur.
Peki, bu yalnızlık seremonisinin kapanış konuşması kim tarafından, nasıl yapılmalıdır?
Öncelikle Google’a “Yalnızlığa ne iyi gelir?” sorusunu soracak kadar çaresiz kaldıysanız birkaç dakika düşünün ve tuşlara basma kararına öyle varın. Çünkü siz tam o an başkalarının deneyimleriyle kendinizi karıştırma adımı atmak üzere olacaksınız. İyi düşünün, bu sizin ruhunuz, bu sizin frekansınız.
Belki birkaç öneri sizden bir şeyler içerebilir. Örneğin; müzik dinle, kitap oku, hobi edin vs. Kendinizi tam olarak bunlara da kapatın demiyorum. Çünkü belki de ruhunuz bunlardan birinde veya birkaçında saklıdır. İş saklandığı yerden onu çıkarıp faaliyete geçirmekte…
Dert kutusunun örtüsünü önceki yazıda açıp içindeki yalnızlık boyutunu incelediğimizi hatırlatıp devam etmek istiyorum. “Konu buralara nereden geldi?” derseniz önceki yazıyı gözden geçirmelisiniz diyeceğim.
Küçük bir hatırlatmanın ardından ruhu faaliyete geçirme operasyonumuza devam edelim. Yalnızlık bazen size sizi hatırlatır. İçinize yerleşmiş bir kutu misali ruhunuzu hissedersiniz. Benlik mi denir buna yoksa?
Madde 1 – Kendinizi Keşfedin!
İşin en zorlayıcı kısmıyla başlıyoruz. Yaşımız kaç olursa olsun ilk atmamız gereken adım öz keşiftir. Ancak dediğimiz gibi kişilerden ve hayallerden uzak bir öz keşif. Ruhunuz var olduğu sürece varlığını sizle koruyacak bir “öz değer” iniz olmalı. Peki, ruh var oldukça yok olmayacak olan şey nedir ki?
Hobilerimiz, ilgi alanlarımız akla gelebilir ancak asıl derinde yatan çiçeği çıkartmanızı isteyeceğim. Belki biraz zorlanacaksınız bunu yaparken. Tırnaklarınız acıyacak. Anlınızdan akan birkaç damla teri silerken duraklayacaksınız. Sonunda ise bunların sizde uyandırdığı duyguya varacaksınız. İşte ruhunuzun ölümsüz dostlarına ulaştınız: Duygular…
İkinci seansımız bitmiştir. Devam edecek…