Ve rüya bitmişti… Yine rüyalar kaybetmiş, belediyenin modern kaldırımları ve onların yalpalayan çocukları kazanmıştı…
Havanın üzeri hafif bir sis bulutuyla kaplı gibiydi. Dışarı çıkma arzusu vücudumu esir etmeye başladığında ayakkabı bağcığımı bağlama zorluğu aklıma gelmişti. Bu yüzden, en kolay ayakkabılarımı aldım ayakkabı dolabından. Geçen kıştan kalma olan çamur kalıntılarının dahi temizlenmediği ucuz ve sahte sosyete ayakkabılarını giymek benim için en kolay olan seçenekti.
Üzerimdeki en büyük sermayem olan paltomun içerisine sığındım ve düştüm sokaklara. Gogol’un “palto” isimli eserini yaşıyordum senelerdir adeta… Bir palto uğruna yok olmaya doğru seyahat etmekle etmemek arasında gidip geliyordu aklım. Hunharca, sahiplendiğim paltom halen daha benimleydi neyse ki…
Yağmurun yağma ümidine benim ümitlerim de yoldaşlık ediyordu. Yağmurun altında dolaşma fikri doğal bir sarhoşluk hissini yaşamanın en gizemli yoluydu. Şöhret sahibi gençlerin kredi kartı borçları bende yoktu. Cebimdeki üç beşlik; bir otobüs bileti, bir kahve ve bir de sigara paketine karşılık geliyordu. Paltomun cebindeki çakmağın gazı ise halen daha dolu görünüyordu.
Ve düştüm sokak aralarına doğru… Akşama başlayacak olan “Yaprak Dökümü” dizisinin yeni bölümünü ezbere biliyordum artık. Reşat Nuri’nin eserini defalarca kez okuduğum için değil… Geleceğin içerisinde yepyeni bir geçmişi yaşamak istediğim için, ezberimi anbean yeni bir ümitle yeşertmeye gayret ediyordum… Yani, çoktan tarihe karışmış olan bir televizyon dizisindeki heyecanı tekrardan hissetmek istiyordum. İnternete en son baktığımda sevgili Halil Ergün halen daha genç görünüyordu mesela… O zaman, bu akşamki bölümü yepyeni bir arzuyla seyredebilirdim. Sanki, daha öncesinde hiç izlememişim gibi… Lise yıllarında televizyon karşısına geçip ev ödevlerini tekrar yapmak zorundaymışım gibi… Ertesi güne damga vuracağını bildiğim ve liseli kızların etek artıklarından üretilmiş olan bir tasarım yoksunu okul üniformamdaki kravat bağını gırtlağıma kadar yeniden dolayacağımı hissederek…
Öylesine bir yağmur yağmaya başladı bu düşüncelerin hemen arkasından. Tek ihtiyacım olan şey, bir fon müziğinin kulaklarımın arkasından mırıldanmasıydı. Yürüyüş ritimlerim yepyeni bir özlemle hırslanıyor, adımlarımın sertliğine damgasını vuruyordu… Efsun bir yalnızlık, ruhsal bir kalabalığa giriyor gibiydi. Eski paltomun hatırası anne ve babamı bana hatırlatıyordu. Yaşanmışlıklarım, sahne sanatlarında kariyerinin son demlerini yaşayan sükûnetli bir sanat insanının söylemek istediği son mısraları bana çoktan ezberletmiş gibiydi.
Artık sokaklar benden endişe duyuyordu… Çılgın kalabalıklar, esrarengiz geçmişi yaşatma gücüne sahip olduğum için bana nefretle bakıyorlardı. Tuşlu bir telefon olmuştum yeniden… Çaldırıp kapayacağım masum numaralar ezberimde, ancak numaraların sahipleri çok uzaktaydı. Gerçeklerin bu olduğu konusunda ısrar ediyordu belediyenin yenilenmiş sokak kaldırımları… Onlar, daha dünkü çocuklardı. Ben ise, gerçekleri geçmişle yeniden yaşamaya kefil olmuştum. Banka kredisi için formlara imzasını kuşkuyla atan bir kefilden daha da cüretkâr bir şekilde…
Ve rüya bitmişti…
Uyandığımda akıllı telefonum ısrarla “işe gideceksin!” diye son haykırışlarını yapıyor ve durmaksızın çalıyordu. Tuşlu telefonum zamana yenik düşmüştü. Annem ve babam biraz daha yaşlanmışlardı. Liseli kızların eteklerinden arta kalan çirkin kravatlı bizim çocuklar yok olmuşlardı. Yerlerini belediyenin cüretkâr kaldırımlarına bırakmışlardı. Ev ödevlerinin karşılığı bir maaş ediyordu. Ancak, cep delik cepken delik bir halde ay sonunu şüpheyle ve ihtiyatlı tedbirlerle birlikte getirmeye çabalıyordu.
Cebimdeki üç beşlik, sadece bir sigara paketine tekabül ediyordu…
Gogol‘un kalemi bile sahip çıkmamıza yetemedi o eski paltolarımıza…
Yeniden çekilmiyordu romanların gizemli dizileri. Eski şöhretler, yaşadıkları yerlere yabancılık çekiyor , vuslata hasret aşklar çoktandır defnettikleri cenazelerini ziyaret dahi etmiyorlardı.
Yine rüyalar kaybetmiş, belediyenin modern kaldırımları ve onların yalpalayan çocukları kazanmıştı…