Kıymetli okurlarım, bugün sizlerle acı ama gerçek bir olayı konuşacağız. Unutturulmaya çalışılsa da, hatırlanması istenilmese de milletimiz için, özellikle genç kuşağın ibret alabilmesi için bilinmesi ve anlatılması icap eden bir meseleyi konuşacağız. “Tripoliçe Katliamı.”
Kıymetli okurlarım, yaşanmış katliamlar dünya tarihinde çok geniş yer kaplar. Bir insanın dahi öldürülmesine gönlümüz razı değil iken binlerce insanın aynı anda yok edilmesi insanın düşünce iklimini alt üst etmeye yetiyor. Ancak daha kötü olan ise, yaşanan katliamların çoğu Müslümanlara ve Yahudilere karşı işlenmiştir. Özellikle Türk ve Müslümanlara karşı batının bu konuda özel bir isteği vardır. Daha önce bir yazımda şöyle demiştim, “Nerede bir katliam olmuşsa, biliniz ki orada Müslümanlar öldürülmüştür.” Sözüm geneli kapsamayabilir fakat gerçek budur. Konumuza dönecek olursak eğer.
19. Yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasıyla ilerleyen batı orduları yavaş yavaş toprakları ele geçirmeye başladı. İlerleyiş maalesef Osmanlı’nın toprakları aldığı gibi normal savaşlarla olmuyordu. Osmanlı, zapt ettiği hiçbir yerde katliam yapmamıştır. Orduların savaşı bitip şehirler ele geçirildiğinde şehirlerin yönetimleri değiştirilip şehirlerde adalet ve düzeni sağlayarak gönülleri de kazanmaya çalışmışlardır. Lakin batı öyle yapmamıştır, işgal ettiği yerlerde katliam yapmayı zafer saymıştır. İşte bunlardan biri de, 1821 yılında Mora yarımadasında şubat ayında başlayan isyan ve Yunan ordusunun Tripoliçe kentini ele geçirmesi esnasında yaşanmıştır.
23 Eylül 1821 günü işgal edilen şehirde iki gün içinde binlerce Türk, Arnavut, Müslüman, Yahudi katledilmiştir. Binlerce diyorum çünkü tarihçiler bu konuda ortak bir karara varabilmiş değillerdir. Kimi, 6000 derken, kimi 10000 demektedir. Katledilenlerin sayısını 30000’lere kadar çıkmaktadır.
Katledilen Osmanlı askerinin sayısı 8000 civarındadır. Bu konuda tarihçiler hemfikirdir. Lakin katledilen halkın ne kadar olduğu hiçbir zaman net olarak tespit edilememiştir. O günlerde tutulan notlarda görülen şu ifadeler katliamın boyutunu ve batı medeniyetinin vahşeti, kendilerinden olmayanlara karşı besledikleri kinin resmini açıkça ortaya koymaya yeterlidir. “Üç gün boyunca şehrin sakinleri vahşi bir çetenin insafına bırakıldı…” ya da şöyle yapalım, konuyla ilgili metinleri siz değerli okurlarımla paylaşayım. Normal internet araştırmasıyla da erişilebilecek olan bu metinleri olduğu hâliyle sizlere sunuyorum.
İngiliz tarihçi Walter Alison Philips; “Üç gün boyunca şehrin sakinleri, bir vahşi çetenin kötülüğüne ve keyfine bırakıldı. Yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. Kadınlar ve çocuklar, öldürülmeden önce işkencelere tabî tutuldu. Katliam o kadar büyüktü ki, Kolokotronis kapıdan hisara kadar atının ayaklarının yere hiç dokunmadığını söyledi. Şehirdeki Yunan zaferinden sonra yol kenarları cesetler ile doldu. Kadınların ve çocukların bulunduğu Müslüman kitleleri, yakınlardaki dağlarda sığır gibi doğrandı.”
Katliam ile ilgili olarak, William St. Clair, o dönemde şehirde bulunan yabancı subayların anlattıklarını şöyle derlemiştir,
“10 bin üzerinde Türk öldürüldü. Paralarını sakladığı şüphe edilen tutsaklar işkence edildi. Kolları ve bacakları kesildi ve ateşin üzerinde yavaş yavaş kızartıldılar. Hamile olan kadınların karınları kesildi, kafaları kesildi ve köpek kafaları bacaklarının arasına sokuldu. Cumadan pazara kadar hava çığlık sesleriyle doluydu… Bir Yunan 90 kişiyi öldürdüm diye övünüyordu. Yahudi topluluğu sistemli bir şekilde işkenceden geçirildi… Haftalarca aç bırakılan Türk çocukları çaresiz yıkıntıların arasında koşarken Yunanlar tarafından yere atıldılar sonra vuruldular… Su kuyuları cesetlerle dolduruldu…”
“Yunanistan’daki Türkler arkalarında çok az iz bıraktılar. 1821 sonbaharında dünyanın geri kalanı tarafından arkalarından gözyaşı dökülmeden ve fark edilmeden aniden yok oldular. Bir zamanlar Yunanistan’ın bütün ülkenin etrafına dağılmış büyük bir Türk nüfusuna sahip olduğuna bile inanmak zordu. Bu ailelerin arasında varlıklı çiftçiler, tüccarlar, memurlar yaşıyordu ve yüzlerce yıl boyunca burada yaşamış ve buraları kendi yurtları olarak kabul etmişlerdi… Kasıtlı ve acımasızca öldürüldüler ve hiçbir zaman pişmanlık gösterilmedi.“
Olayla ilgili aktarılan bilgilerde olayın öncesinde ve sonrasında Mora Yarımadasında 20000 den fazla Müslüman’ın öldürüldüğü bilgisi tarihin sayfalarına not olarak düşmüştür. Steven Bowman isimli tarihçide benzer bilgileri aktarmıştır. Bu isim özellikle Yahudilerin de çok fazla sayıda katledildiği konusunda yazmışsa da, yazısında vahşeti tüm çıplaklığıyla aktarmıştır: “Böyle bir trajedi, Yahudilere karşı özel olarak uygulanmamıştır. Tripolis’teki Türk katliamından sonra güneyde kalan son Osmanlı kalesine de Yahudiler sığınmıştı. Öyle görünüyor ki, Yahudilerin de katledilmesi, Türklerin katledilmesinin diğer sonucudur.”
Kıymetli okurlarım, tarih bu ve benzeri olaylara defalarca şahit oldu. Bulgar isyanlarında milyona yakın Müslüman ve Yahudi katledilmişti ama şimdilerde kimseler dillendirmeyi istememektedir. Çünkü öldürülenler Müslüman Türkler ise hatırlanmaya değmez gözüyle bakıldığını düşünmekteyim. Fazla kötümser olduğum düşünülebilir fakat örnekleri çok olunca kendimi böyle düşünmekten alamıyorum.
Tripoliçe’de katledilenler kandaşlarımız ve dindaşlarımızdı. Aynı zamanda insandı. İnsana değer vermeyen bir medeniyetin bugün modern adıyla değiştiğini düşünmek bana zor geliyor. Evvelce de yazdığım, “Bazı şeyler değişmez, değişti demek aldanmaktır!” sözü yine aklımdan şerit gibi geçmektedir. Katliamın yıl dönümü olması hasebiyle öldürülen Müslümanlara Allahtan rahmet diliyor, hepinize esenlikler diliyorum.