Birinci sınıftan sonra geçen üç yıl, bazen çiseleyen, bazen de aralıksız sağanağa dönen yağmur gibi zorluklar yağdırmıştı bu üç arkadaşın hayatına.
Yine de zorlukları alt etmeyi başarmışlardı. Şahin gerçeği kovalamak için sabırsızlanan bir gazeteci adayı, Mesut okul sonrası staj yapacağı bir hukuk bürosu arayışına giren bir son sınıf öğrencisiydi. Yiğit dördüncü sınıfa geçmiş ve tam anlamıyla bir klinisyen kimliğine kavuşmuştu.
Yiğit’in klinisyenliği üçüncü sınıfın ikinci döneminden itibaren başlamıştı, artık stajyer doktorluk evresindeydi. Yiğit mesleğinde tam bir idealist olmuştu. Melek ile geçirdiği zamanlar dışında, neredeyse bütün zamanını mesleğine adamaktaydı. Annesi emeklilik hazırlıkları yapıyor, Yiğit’in altıncı sınıfa geçmesiyle beraber emekli olmayı düşünüyordu. Melek, edebiyatın renkleriyle donattığı dünyasıyla, bu dünyaya ait olmayan bir cennet parçasını andırıyordu. Olgunlaştıkça daha da güzelleşmişti. Yeni haliyle güzellik tanrıçalarını bile kıskandırabilirdi. Fiziksel güzelliği bile düşünsel güzelliğinin gerisinde kalmıştı. Gerçekliğin boğucu zamanlarını edebiyatın düşsel pencerelerine sığınarak savuşturma konusunda uzmanlaşmıştı.
Rus edebiyatının hayranı, Fransız ve İngiliz edebiyatının sıkı takipçisiydi. Her olaya, yakıştırdığı bir edebi tasviri eksik olmazdı. Gerçek yaşam Melek’in düşsel boyalarıyla renklenmeyi bekleyen karakalem bir taslak resme benzemişti. Melek renklendirmeden, o resmin eksik kaldığına onu tanıyanların çoğu kanaat getirmişti. Bunlar Puşkin’den, Tolstoy’dan, Dostoyevski’den, Turgenyev’den edindiği renklerdi. Sosyal ve siyasal olaylara ilgisizliği ortadan kalkmıştı. Mahcup bir edayla geçmişine baktığında büyük bir boşlukla karşılaşmıştı. Rus edebiyatının edebi metinleri onun güzelliğini süsleyen takılar gibiydi.