Bugünkü edebiyat: Taklitten, taassuptan, mantıktan çıkan edebiyat; taklit gibi yabancı, taassup gibi katı, mantık gibi kuru bir edebiyat! Fakat biraz daha arayınız, yüzlerce… Eserler altında saklanmış, gizlenmiş birkaç mısranın birkaç sesi vardır; işte derinden, hayattan gelen edebiyatın sesi! Kısık, boğuk, fakat bir gün birden bire yükselmek istidadında.
Geleneksel tiyatrodan ayrı bir tür olan Batılı tiyatro geleneği, Tanzimat Dönemi tiyatrosunda Batı’nın kopya edilmesi ile görülmeye başlanır. O dönemde batılılaşma sadece “öykünme- aktarma” biçiminde algılanmış; bu sebeple yeni olanı var etmek yerine, olanı kopya etmek yoluna gidilmiştir. Tanzimat’tan Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar olan dönemde tek tip sanat ve gelişime kapalı bir tutumu da doğuran bu anlayış sonraki dönemlerde birçok tiyatro kuramcısı tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur.
İsmail H. Baltacıoğlu “tiyatro işinde bilmeyerek işlenen ve şimdiye kadar gizli kalan suç” olarak eleştirisini ortaya koyarken, batılı tiyatro anlayışının, geleneksel ve yerli tiyatro ile bütünleşerek yeni bir Türkiye tiyatrosu doğuracağı düşüncesini savunur.
Buna karşın Muhsin Ertuğrul, batılı anlamda tiyatronun, özgün hâliyle sahnelenmesini savunur. Bu düşüncesi doğrultusunda Batılı eserlerin sahneye konması gerektiğini ve halkın bu Batılı eserlerle tanışarak hayat görüşünün, entelektüel bakış açısının yükseleceğini ifade eder. Ertuğrul, tiyatronun amacının “halka inmek değil halkı yükseltmek” olduğunu savunur.
Sanatın; toplumun sosyolojik, psikolojik ve kültürel yapısına uygunluğunun önemi düşünüldüğünde bu döneme kadar sahnelenen oyunlar, Batı kültürünün etkilerini taşıması ve Batılı yaşamı konu edinmesinden dolayı toplumla bir bağ kurmakta zorlanmıştır. Belki de toplumun büyük bölümü “kendinden olmayan” tiyatroyla arasına bu sebeple mesafe koymuştur.
Türkiye Tiyatrosu, geleneksel ve batılı olanın tartışması içinde ilerlemeye çalışırken, o yıllarda Almanya’da Aristotelesçi tiyatro anlayışına karşı yeni bir tiyatro anlayışı doğuyordu.
Birinci Dünya savaşından çıkmış, tarım topraklarının 15’ini kaybetmiş, ekonomik ve siyasi olarak büyük sorunlar yaşayan Almanya’da, Piscator, 1920 yılında Proleter tiyatro anlayışı ile politik tiyatroyu başlatmış oldu.
Çarlık Rusyası’nın son dönemlerinde başlayan, Ekim devrimi sonrasında dikkatleri iyice üzerinde toplayan yeni bir tiyatrocuyla; yani Meyerhold’la tanışır tiyatro dünyası. Meyerhold’un yenilikçi tiyatro anlayışı, geleneksel tiyatro anlayışına karşı net çizgiler ortaya koymaktadır.
Bu yeni anlayışın tiyatroya getirdiği yeni teknikler ve tiyatrodaki yapısal değişiklikleri (projeksiyon kullanımı, sinema teknikleri, perde kullanımını kaldırması, seyircinin sahnedeki oyunun illüzyonuna kapılmasını engellemek için oyuncuların seyirci ile oyun içerisinde diyalog kurmasını sağlaması, müzik ve ışığı seyircinin zihnini uyandırmak amaçlı kullanması, geleneksel tiyatronun bireyin sorunlarını konu edinmesi, aristokrasinin salon tiyatrosuna karşı halkın sorunlarını merkeze alması, tiyatro oyunlarının sorgulamalar ve politik bir amaç taşıması vb.) Piscator tiyatrosunu daha sonrasında ise Brecht tiyatrosunu büyük ölçüde etkilemiştir.
Projeksiyon kullanımını ilk kez tiyatroya kazandırmış olan Meyerhold’un projeksiyon tekniği, Piscator tiyatrosunun en önemli özelliklerinden biri haline gelmiştir. Piscator, projeksiyonun yanı sıra, film ve çizgi film kullanımı gibi yenilikleri ve ileri bir sahne mimarisi tekniğini getirmiş, güncel politik olayları sahneye taşımış ve Alman toplumunda büyük bir etki alanı oluşturmuştur.
Kimse kendisini insanların üzerinde göremeyeceğinden, birbiriyle savaşmakta olan sınıfların üzerinde de göremez. Toplum, savaşan sınıflara bölünmüş kaldıkça, ortak bir sözcüye sahip olamaz. Bu durumda sanat için tarafsızlık, yalnızca egemen taraftan yana olmakanlamını taşıyacaktır.
Piscator Tiyatrosu’nda o dönemler dramaturg olarak çalışan Brecht’in Epik Tiyatro anlayışının şekillenmesinde, Piscator’un çok büyük etkisi olmuştur. Bunun yanı sıra hem Alman toplumunda hem de birinci paylaşım savaşı sonrasında Avrupa’daki faşizmin güç kazanması ve buna karşı Sovyetlerin etkisiyle sınıf mücadelesinin daha da belirgin bir hâl alması sonrasında Brecht, Berliner Ensemble’yi kurmuş ve yeni tiyatro anlayışını burada oturtmaya başlamıştır.
Epik Tiyatro; Piscator’un politik tiyatro anlayışından beslendiği için toplumsal ve politik konuları ele alan; seyircinin bu konular üzerinde düşünüp fikir yürütmesini, tartışmasını, yargıya varmasını sağlayan; bilgilendirici, tezli, taraflı eleştirel-gerçekçi ve diyalektik bir tiyatro anlayışıdır.
Epik, “destansı, destan niteliğinde olan, destana benzer” anlamlarına gelse de Epik Tiyatro bu anlamların aksine “politik tiyatro” olarak nitelendirilir. Epik tiyatro “diyalektik tiyatro” olarak da bilinir.
Brecht ’in, tiyatrosunu “epik” olarak tanımlamasının altındaki temel sebeplerden biri: Destansı karakterleri ve olayları konu edinip, onlar üzerinden tartışmalar yaratmasıdır. Bu şekliyle tartışmaları çok daha eskiye taşımakta ve sorunun kaynağını, geçmişten günümüze inceleme fırsatı doğurmaktadır: Galileo, Mahagonny Kentinin yükselişi ve düşüşü, Sezuanın iyi insanı, Cesaret Ana ve Çocukları örneklerinde olduğu gibi….
Brecht, Aristocu tiyatroyu düşündürmek yerine katharsis ile sisteme entegre olmaya, insanları sisteme hizmet etme yönelimine soktuğu için reddeder. Brecht’e göre; Aristo tiyatrosu, burjuva sınıfına hizmet etmektedir.
Dini ritüellerin bir ürünü olarak antik dönemde ortaya çıkan tiyatro, Aristo ile birlikte kurallı bir hâle getirilmişti. Aristocu tiyatro anlayışı; üç birlik kuralına dayalı (zaman-yer-olay), dinsel niteliği olan, seyircide acıma ve dehşete kapılma duygularını ortaya çıkararak oyunun sonunda arınma; yani katharsis oluşturarak ders verme, ahlaki olana yönelme amacı içeren tiyatro türüdür.
Brecht’e göre, Aristo tiyatrosu burjuva sınıfına hizmet etmektedir. Her ne kadar Aristocu tiyatro kuralları içinde sorgulayıcı, değiştirici, dönüştürücü oyunlar yazdığını iddia eden yazarlar olsa da Brecht’e göre bu mümkün değildir. Çünkü Aristo Tiyatrosu insanların aklına değil, duygularına ağırlık vermekte ve insanları düşünmek yerine katharsis ile arınmaya ve tâbi olmaya çağırmaktadır. Bunun aksine epik tiyatro, seyirciyi “illüzyonlar” ile aldatmak yerine; seyircinin, oyunun dışındaki bir göz olarak kalmasını sağlar ve onu oyunun dışında tutar. Sahnede olanın, bir oyun olduğunun sürekli insanların zihninde canlı kalmasını sağlar.
İnsanların dikkatinin sürekli oyunda kalmasını sağlamak için oyun boyunca belirli aralıklarla sahnede olandan bağımsız şarkılar, danslar, sinevizyon, sloganlar, afişler vb. birçok unsur oyunda mutlaka yer alır. Oyuncular birkaç karakteri canlandırdığı gibi seyirciler içinde ara ara dolaşıp onlarla sohbet de ederler, atışmalar gerçekleştirirler. Seyirci, sahnede olanın bir tiyatro oyunu olduğunun sürekli bilincinde olur. Epik tiyatroda da tıpkı Aristocu tiyatroda olduğu gibi bir koro bulunur ve koro, insanların bilmediği konularda bilgilendirme yapmak amaçlı kullanılır. Sahnedeki olaylar, seyircinin duygularına değil düşüncelerine hitap ettiği için Epik tiyatro izleyicisi çok iyi bir gözlemci olduğu gibi çok iyi bir eleştirmendir de aynı zamanda.
Brecht; tiyatronun konusunun açlık, ezilenler, işçiler, savaşlar, mücadele olmasının mutlaka gerekli olduğunu ifade ederken, toplumun sorunlarını sorun etmeyen bir tiyatro anlayışının bireye ve bireyin sorunlarına dayalı bir anlayış olduğunu ve bu hâliyle tiyatronun topluma hizmet etmediğini ifade eder.
Türkiye’de Politik Tiyatro
Cumhuriyetin ilanından 1940’lı yılların sonuna kadar, Türkiye Tiyatrosu, yeni sistemi topluma anlatmak; Osmanlıcılıktan Türkçülüğe, Cumhuriyet sisteminin toplum üzerindeki olumlu etkilerini göstermek, “devrimin” seyirciye ve halka benimsetilmesini sağlamak üzerine didaktik bir dille devam eder.
Tiyatro, Cumhuriyetin ilk döneminde; devlet yapısına, hiyerarşiye, yeni sisteme hizmet etmek amacındadır.
Hasibe Kalkan Kocabay bu dönemi: “izleyiciye devrimleri benimsetmek, ona güven aşılamak için yazılan iyimser ve ulusçu oyunların yanı sıra, değer yargılarında meydana gelen değişimi hem bir ahlâk ve töre sorunu olarak, hem de kültürel ve ekonomik yaşantıyla ilişkisi açısından ele alan oyunlar” olarak nitelendirir.
50’li yıllara gelindiğinde batılı anlamda politik tiyatro “Brecht ve Piscator tekniği” Türkiye tiyatrosunda görülmeye başlanır. 50’li yıllarda çok partili sisteme geçiş, “demokratik sistemin oturmaya başlaması“, sonrasında gelişen askeri darbe, DP yöneticilerinin idam edilmesi ve toplumda sınıfların belirginleşmesi ile politik tiyatro Türkiye tiyatrosu içerisinde önemli bir yer edinir. 50’li yıllara gelinceye kadar yeni sistemi konu alan tiyatro, bu yıllarla birlikte siyasal olayları konu almak yerine belirli toplumsal sorunları ele almayı tercih eder.
Türkiye tiyatrosunda epik tiyatronun tamamen tanındığı ve önemli eserlerin verilmeye başlandığı dönem 60’lı yıllara denk gelir.
Yavuz Pekman, bu dönemi: “Bu dönem Türkiye için, 1960 Anayasasının oluşturduğu görece bir özgürlük dönemi olarak tanımlanabilir. İşçi haklarının, grev ve sendika serbestîsinin, basın ve yayın özgürlüğünün ortaya çıktığı bu dönemde, düzeni değiştirmeye soyunan ‘sol’ düşüncenin de yaygınlaşarak tartışıldığını ve Türkiye’de geniş bir kitle tarafından benimsenmeye başladığını görmekteyiz. Bu ortam, doğal olarak, Türkiye’de kendi tiyatro anlayışını da oluşturmaya başlamıştır.” şeklinde tanımlar.