Şiddetsiz Toplum Derneği Başkanı Rıza Sümer, Şiddet örneklerinin vahşete dönüşmesinden kaygı ve utanç duymalıyız. Önleyebilecek gücümüzün ve yöntemlerinin bulunduğuna güvenmeliyiz. Evimiz Türkiye Şiddetistan olmamalıdır.”
Şiddetsiz Toplum Derneği Başkanı Rıza Sümer, İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen, “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin, insan hak ve özgürlükleri temelinde, aileyi parçalamayı değil, kadını ve aileyi şiddetten korumayı, sevgi ve güvenle ayakta tutmayı hedefleyen, onur duyulacak uluslararası bir belge olduğunu, Türkiye’nin, Şiddetistan haline gelmemesi gerektiğini açıkladı.
2011 yılında imzaya açılan, 2012 yılında Türkiye tarafından imzalanan ve 2014 yılında yürürlüğe giren Sözleşmenin bugünlerde, eleştiri, saldırı ve savunma üçgenine alınmasını soru işaretleriyle karşıladıklarını belirten Rıza Sümer, açıklamasına şunları ekledi.
“Dünyada, bana göre, geçmişe ve bugüne yönelik olarak konuşulmayacak, tartışılmayacak hiçbir kişi ve kuruluş yoktur. Demokrasilerde, tartışma, değerlendirme ve güncellemeler için zaman aşımı sınırı konulamaz. Çünkü, insan aklı ve bu aklın sağladığı bilimsel gelişmeler, zaman aşımı konusunda sınır tanımaz.
Kadına karşı şiddet, ev içi şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin çok kapsamlı olan Sözleşme, taraf devletlere pek çok sorumluluk getirmiş, adeta ödev vermiştir. İmzalayan devletler de bu ödevleri kabul etmişlerdir.
Bugün, Sözleşmenin kapsamındaki önlemlerin eksiksiz alınması için çaba gösterilmesi gerekirken, siyaset, medya ve toplumun diğer kesimleri içinden çıkan az sayıdaki insanlar, -umarım bilgi ve deneyimsizlikten-aile içi ve kadına yönelik şiddet ortamını korumaya çalışıyorlar. Bunların içinde, kadınların ve annelerin bulunmasını, şaşkınlıkla karşılıyoruz.
Bu Sözleşme, çok iyi niyetlerle hazırlanmıştır. Hükümetler, kapsamını eksiksiz uygulasalar bile, sorun insanlarda, erkeklerde olduğu için, şiddet örneklerinin yaşanması olasılığı her zaman bulunacaktır. Biz, devlet önlemleri yanında, kadının, köylerden mahallelere dek, gönüllü kuruluşlarda birlikte olması, kendisini ve aile bireylerini şiddetten koruyabilecek güce erişmesi için ısrarla haykıracağız.
Önerilerimiz, siyasal partilerde, kamu yönetimlerinde, gönüllü kuruluşlarda ve medyada değer bulabilseydi, her yıl erkek şiddetinde can veren veya gözyaşı döken kadınların, annelerin çoğu, belki de tümü yaşıyor olacaktı.
İçinde yetiştiğim ve kişilik bulduğum medyada, kadına veya çocuğa şiddet konusunda, sadece birkaç kadın örgütünün görüş ve katkısı istenmekte, haber ve yazılarda “Kadın örgütleri veya kadın dernekleri” diyerek, istemeden de olsa, kadın-erkek, cinsiyet ayırımcılığı keskinleştirilmektedir.
Bu sorun sadece kadınlar değil, onların, annelerin önderliğinde hep birlikte önlenebilir.
Bizim önerdiğimiz önlemlere değer verilmediği, kadınlar korunamadığı, kendilerini koruyabilecek güce kavuşturulmadığı için, son iki kadın cinayeti kolaylıkla işlenmiştir.
Kamu kurum ve kuruluşlarına, dernek ve üst birlikler şeklindeki gönüllü kuruluşlara, baro, oda, sendika gibi meslek örgütlerine, gazete, radyo, televizyon ve sosyal medya yönetici, yazar ve muhabirlerine Dernek olarak bir kez daha çağrı yapıyoruz.
Köyden mahalleye, kentten ülkeye ve ülkeden uluslararası düzeye kadar, insana, hayvana ve çevreye yönelik şiddet konusunda birlikte hareket etmeliyiz. Dağlarımızın, ormanlarımızın ve tarım alanlarımızın yok edilmesine, yerleşim yerlerinde veya doğada yaşayan hayvanlara kıyım uygulanmasına, kadın-erkek-çocuk demeden her gün şiddet örnekleri yaşanmasına dur demeliyiz. Bu şiddet örneklerinin vahşete dönüşmesinden kaygı ve utanç duymalıyız. Önleyebilecek gücümüzün ve yöntemlerinin bulunduğuna güvenmeliyiz. Evimiz Türkiye, Şiddetistan olmamalıdır.”