Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma Uygulama Merkezi (TOKAMER)’in düzenlediği seminerde savaş stratejisi olarak ‘Kadına Şiddet ve Tecavüz’ konusu ele alındı.
Seminerde konuşan, Savaş ve Barış Çalışmaları Uzmanı, Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Pınar Kadıoğlu, gündelik hayatta yaşanan cinsel şiddet suçlarının; çatışma ve savaş durumlarında farklı bir boyut kazanarak, düşmanın alt edilmesinde kullanılacak güçlü ve etkili bir silah olarak ortaya çıkmasına neden olduğunu söyledi.
Dr. Pınar Kadıoğlu, kadına tecavüzün, düşmanın psikolojik ve fiziksel olarak yenilmesinde etkin bir savaş stratejisi olarak kabul edildiğini dile getireren Kadıoğlu, “Tecavüz bu bağlamda iki temel alanda başarı sağlamak amacıyla kullanılan bir savaş silahı haline gelir. Düşmanın psikolojik olarak çökertilmesi ve düşmanın biyolojik/fiziksel devamlılığının yok edilmesi” dedi.
Psikolojik bağlamda tecavüzün, savaş durumunda toplumun tüm bireylerine yönelik gerçekleşebildiğine değinen Pınar Kadıoğlu; “Kadına şiddet ve tecavüz yalnızca mağdurun kendisine-düşman topluma üye bir bireye verilen zarar olarak değil; toplumun tamamına verilen bir zarar olarak algılanır. Bu eylemler temelde düşmanın aşağılanması, çaresizlik ve yenilgi duygularının ortaya çıkması amacı güder. Bu nedenle de savaşlarda kadınlar, cinsel şiddet kapsamında birincil hedef haline gelir” açıklamalarında bulundu.
“TOPLUMSAL ANLAMDA MORAL ÇÖKÜNTÜSÜ YAŞATIR”
Düşmanın biyolojik/fiziksel devamlılığının yok edilmesi noktasında ise; tecavüzün, özellikle, dünyaya gelen çocukların etnik kökenlerinin baba kimliğine bağlı olarak algılandığı toplumlarda, savaş tecavüzleri düşman grubun biyolojik varlığına son vermek ve düşmanın topyekûn yok edilmesinde kullanılabilecek -nihai operasyonel bir araç olarak görüldüğünü dile getirdi.
Dr. Pınar Kadıoğlu, soykırım amacı güden bu stratejik uygulamaların sonucunda, tecavüz yoluyla düşman kadınlarının hamile bırakılmasının mağdurun kendi grubu içinde çocuk dünyaya getirmesini engelleme ve böylece grubun biyolojik devamlılığının son bulması amacı güttüğünü belirtti. Bu bağlamda savaş stratejisi olarak tecavüzün, düşman toplumun kadın üyelerine bireysel zarar ve acı vermenin yanı sıra; erkeklerine de kadınlarını koruyamadıkları mesajını vererek toplumsal anlamda bir moral çöküntüsü yaşanmasına neden olduğunu kaydetti.
Dr. Pınar Kadıoğlu, sahip olunan, korunması ve kontrol edilmesi gereken toplum bireylerinin cinsel şiddete mağdur kalmasının önlenememesinin düşman grubun zayıflığını gösterdiğini ve galibiyetlerinin mümkün olmadığına işaret ettiğini ifade etti. Kadıoğlu, düşman grupta, direnişin yok olmasını sağlayacak bir moral çöküntüsü yarattığını ve soykırım amacı güden uygulamalarda da aynı motivasyonun geçerli olduğuna dikkat çekti.
SAVAŞ TECAVÜZLERİNİN MAĞDURLAR ÜZERİNDEKİ FİZİKSEL VE PSİKOLOJİK ETKİLERİ
Pınar Kadıoğlu, cinsel saldırılarına kıyasla, savaş tecavüzlerinin çok daha acımasız uygulamalar olduğunu söyleyerek, “İstisnai durumlar haricinde, tecavüz olaylarının genelde tek bir fail tarafından, biyolojik yolla gerçekleşen ve tek seferlik olaylardır. Savaşlarda karşılaşılan stratejik uygulamalar ise; genelde kurbanların kaçırıldığı ve insanlık dışı koşullarda zorla rehin tutularak, sürekli tekrarlanan toplu tecavüzler şeklinde gerçekleşir. Mağdurlara fiziksel zarar verilirken aynı zamanda sözlü taciz yoluyla ciddi psikolojik şiddet uygulanır” açıklamasında bulundu.
Bu eylemlerde biyolojik tecavüzlerin yanı sıra nesne kullanımının yaygın olduğuna işaret eden Dr. Pınar Kadıoğlu, iç organların tahrip olması ve ani ölümlerin olmasının yansıra şiddetli dövme, yumruk atma, tekmeleme, ısırma, yakma ve sakatlama vakalarının da yaşandığını söyledi. Kadıoğlu, fiziksel eziyet eşliğinde, mağdurların hakaret, aşağılama ve küçük düşürme amaçlı sözlü tacize uğrarlar ve aynı zamanda karşı karşıya kaldıkları tehditler sonucunda- kendilerinin veya ailelerinin hayatta kalmasına yardımcı olmak için başka türlü yapmayacakları davranışlarda bulunmaya zorlandıklarını belirtti.
“SORUNUN TEMELİNDE, ATAERKİL YAPI VAR”
Dr. Pınar Kadıoğlu, savaş sonrası ortamlarda ise, savaş tecavüzlerine maruz kalıp hayatta kalmayı başarmış kadınların önemli fiziksel ve psikolojik sorunlarla yüzleştiklerini dile getirdi. Kadıoğlu, fiziksel anlamda en çok görülen sorunların cinsel bölge, pelvik ve oral yaralanmalar, cinsel yollarla geçen hastalıklar, düşük-komplike hamilelikler, cinsel disfonksiyonelite ve kısırlık olduğunu dile getirdi.
Psikolojik anlamda ise en sık karşılaşılan sorunların; travma sonrası stress bozukluğu, anksiyete, uyku bozuklukları, cinsel aktivite isteğinin yitirilmesi, depresyon, intihar düşüncesi olduğunu söyleyen Kadıoğlu, bütün bunların dışında hayatta kalmayı başarabilmiş kadınların bir de ataerkil düşünce yapısı nedeniyle sosyal anlamda da mağdur edildiklerini, bunun maalesef dünya çapında gözlemlenen kabul edilemez bir gerçeklik olduğunu belirtti.
“CİNSEL İŞÇİ OLMAYA DA ZORLANABİLİYORLAR”
Pınar Kadıoğlu değerlendirmelerine şöyle devam etti.
“Savaş tecavüzü mağduru birçok kadın bu yapılar içerisinde; ebeveynleri, çocukları ve/veya eşleriyle ilişkilerinin bozulması, ebeveynleri tarafından terkedilme, toplum tarafından değersizleştirilme-hor görülme ve sosyal izolasyon nedeniyle yaşadıkları bölgeleri terk etmeye zorlanma gibi sorunlarla yüz yüze kalıyor.
Değersizleştirilmenin tecavüze uğradığı için öldürülmeye kadar varabildiği birçok vakanın yanı sıra; tecavüz sonrası çocuk dünyaya getirilmesi durumunda en olumlu örneklerde mağdurun ve çocuğun dışlanması; olumsuz örneklerde ise hayat tehdit eden saldırı durumları gözlemleniyor. Toplum tarafından değersizleştirilen çatışma kaynaklı cinsel şiddet mağduru kadınlara; sağlık, polis veya adalet hizmetleri mekanizmalarının yardım etme konusunda isteksizliği oldukça sık görülen bir durum.
Hatta bazı örneklerde, mağdurların kendi toplumları içerisinde yardım talep ettikleri, yasal olarak kendilerini korumakla yükümlü toplum bireyleri tarafından (polis, sağlık görevlisi gibi) tecavüze uğradıkları veya cinsel işçi olmaya zorlanabildikleri biliniyor. Savaş sonrası devam eden hayatını tanımlanamaz bir şekilde zorlaştıran bu durum, mağdurlarda korkuya sebep verdiği için, çoğu zaman (göreceli olarak) sağlıklı bir şekilde hayatına devam edebilecek durumda olan mağdurların sağlık alanında yardım talep etmemesine bu nedenle de hayatlarını yitirmelerine de neden oluyor.”
Pınar Kadıoğlu, sonuç olarak sorunun temelinde ataerkil düşünce yapısında kadının konumlandırılması yattığını ve yapılması gerekenin semptom tedavisinden çok, süregelen bu ataerkil yapının, toplumsal cinsiyetçi yaklaşımların önüne geçilmesi olduğunu söyledi.