Sonuçlar açıklanalı hayli oldu. Herkeste bir tercih telaşı… Onlarca özel üniversite tanıtım günleri kapsamında öğrencilere kampüs tadını hissettirmeye çalışıyor.
Tercih dönemi sınava hazırlanmaktan daha zor gelmişti bana. Hangi bölüm, hangi okul, hangi şehir… Binlerce soru işareti içinde boğulurken bir de tercih sonucunun heyecanı… Yaptığımız tüm tercihler gibi bu da büyük risk almayı gerektiren bir dönem. Öncelikle derin bir nefes alın. Ben o sırada birkaç öneride bulunacağım yazıma giriş yapayım.
Öncelikle tercih döneminin en mühim sorusu kendinizi ne kadar keşfettiğinizdir. Bir mesleğin yapılması, icra edilmesi sizde hangi duygulara karşılık geliyor, bunları iyice ölçüp tartmanız gerekiyor. Bir mesleği ne için seçmelisiniz, önce bunu sorgulayın. Ben bazı tiplemelerden bahsedeceğim.
Tip1 üniversite adayı, kendini iyi tanır. Hedefi belki de çocukluğundan beri aynı çizgidedir ve hiç şaşmaz. Sınav sonucu da çoğu zaman istediği sırlamalarda gelir. Bu tiplere önerebileceğim tek şey okuyacağınız şehre dikkat edin. Sonrası maratonun en eğlenceli kısmı, bol şanslar.
Tip1 adaylarda bazen sonuç istenmeyen şekilde gelebilir. Hayalini kurduğunuz üniversitenin çok altında bir sıralamadaysanız aklınıza özel üniversiteler gelebilir. Maddi probleminiz yoksa gidin derim ama maddi açıdan sıkıntı yaşayacağınızı düşünüyorsanız “bir yıl daha çabalamaktan zarar gelmez.” demeyeceğim. Çünkü bu sanılanın aksine büyük zararlar doğurabiliyor. Tabiri caizse kumar oynamak gibi bir şey. Ya gerçekten çalışacak istediğiniz bölümü kazanacaksınız, ama burada sınav günü yaşanabilecek beklenmedik aksilikleri de ekarte ettiğimizi düşünelim, ya hemen hemen aynı sınırlarda kalacaksınız ya da sistem sizi ummadığınız yerden vuracak ve daha düşük bir sıralama elde edeceksiniz. Hepsine aynı ihtimali verdiğimizi düşünürsek istediğiniz olma olasılığı %33,333… iken olmama olasılığı %66,666… gibi bir istatistiksel sonuçla karşımıza çıkıyor. Ciddi bir risk karşınızda duruyor. İşte bu noktada gayrı ihtiyari olarak doğru bir tercih yaptığımı düşünüyorum. Kendi tecrübelerimden konuşacağım bu yazıda içimde kalmayan pişmanlıklardan ve ‘iyi ki’lerimden bahsedeceğim.
Bölümümü seçerken ilk olarak atama imkânlarını düşünmüştüm. Ayrıca hazırlık olmadan 4 yılda bitirecek olmak da cazip gelmişti. Üstelik sağlık alanında ve hatırı sayılır bir saygınlığa sahip. Bunlar madalyonun görünen kısmıymış. Farklı bir şehirde okuma fikrinin cazibesine kapılarak daha önce hiç gitmediğim İstanbul’u yazmak, kazandığım günün akşamı korkuyla karışık bir pişmanlığa kapı aralamıştı. Zor bir sürece adım atmıştım. Sudan çıkmış balık olarak geldiğim İstanbul’un şimdilerde göklerdeki martısıyım. Kendime güven edindim. Özellikle sosyokültürel açıdan gelişimimin en büyük vesilesi bu şehir oldu. Her şeyden önce kendi ayakları üzerinde durma tabirini burada hissettim. Evet, güzel şey İstanbul’da yaşamak da asıl amacımız okumak değil miydi? İşte can alıcı soru bu: Neyi okumak?
Okunacak en güzel okul kâinattır. Öğrenilecek en güzel ilim kürre-i arzdır. Keşfedilecek en güzel yenilik bir kalptir. Kaybolacağınız en güzel âlem bir insandır. Üniversite okumayı meslekî bir amaç olarak görmemenizi tavsiye ediyorum. Doktor olmak için çıktığınız yolda okuduğunuz bir kitaptan filozof olma kararı alabilirsiniz. İşte bu yüzden kendinizi iyi keşfetmiş olmak bu başlangıcın çizgisidir. Okuduğunuz/okuyacağınız bölüme bir iş, ekmek kapısı, zorunluluk gözüyle bakmayın. Nasıl desem doğru olur, bir ömür uğraşmaktan bıkmayacağınız bir hobi gözüyle bakabileceğinizden emin olun. Her sabah günün ilk ışıklarından son ışıklarına kadar bu seçiminizin derdini çekeceksiniz. Buna dert gözüyle bakmayacağınız, yıllık 20 gün izninizde bile özleyebileceğiniz bir bölüm üzerinden hayallerinizi inşa etmelisiniz. Peki, tüm bunları yaparken gözetmeniz gereken altın kural nedir?
Hizmet… Bu vatana, bu millete ne katabilirim, insanlığa nasıl dokunup her akşam eve geldiğimde yorgunluğumu unutabilirim? Ben nerede, ne olmalıyım? Maddi hiçbir karşılık beklemeden sadece iç huzurum, mutluluğum, birilerinin mutluluğu, mutmain bir kalp için hangi işi yapabilirim? Tüm bunlar sizi ideallerinize götürecek. İdealist toplumların altında yatan, idealist gençlerdir. Belki bu anlattıklarım dünya standartları için fazla pollyanna kaçacak. Ama herkes içinde küçük bir pollyanna büyütse dünya standartlarını değiştirebiliriz. Bir kelebek etkisi misali; küçücük kanatlarımızla koca rüzgarların yönünü çevirebiliriz.