Merhaba sevgili okuyucular. Sizlere bir soru sorarak yazıma başlamak isterim. “Sen suçlusun, haksızsın!” diyen biri ya da birileriyle ortak düşünceyi paylaşarak kendinizi suçladığınız oldu mu?
Eğer cevabınız “Evet” ise başımdan geçen bir olay ile sizlere aslında suçlu olduğunuzu hissettiğiniz durumlara bir kez daha bakmanızı rica edeceğim çünkü örneklerle anlatmak her zaman daha açıklayıcı olmuştur kendimce.
Efendim, lise bittikten sonra bir gençlik merkezinin tiyatro okuluna kayıt oldum. Başta her şey çok güzel gidiyordu. Arkadaşlarımla ve hocalarımla çok iyi anlaşıyordum ta ki bir hoca ile bir münakaşa yaşayana kadar.
Efendim, bu hocamız diğer öğrencileriyle çok yakındı ve bende öyle olmak istedim çünkü o zamanlar hocamızın aslında öğrenci ayrımı yaptığını bilmiyordum. Bunun için hocaya yakın olmaya çalışırken hocamız onu rahatsız ettiğimi iddia etti ve kurstan ayrılmamı söyledi. O gün çok üzüldüm ve çok ağladım. Tabii ki umursamadı hiç kimse. Sonrasında tam hocadan özür dilemek için yanına gitmişken bir epilepsi nöbeti geçirdim ve hocamız, tiyatro kursunun diğer hocalarıyla beraber benimle konuşma talebinde bulundu. Bu konuşma nasıl mı geçti?
“Epilepsi nöbeti bu şekilde geçirilmez Hazan’cığım. Sen, bence ilgi çekmeye çalışıyorsun. Git ve kafanı bir resetle. Daha sonrasında kursa yeniden gelebilirsin. Kamera kayıtlarından gerçekten nöbet geçirip, geçirmediğini göreceğiz” dediler.
Konuşmanın özeti bu şekildeydi. Hiçbir şey söylemedim ve oradan ayrıldım. Daha sonrasında tekrardan kursa gitme talebinde bulunduğumda sadece “misafir” öğrenci olarak kabul ettiler ve ben derse gittiğimde hocamız imalı bir tavırla bir konuşma yaptı “Burada herkesi eşit kabul ediyoruz ve herkese eşit davranıyoruz. Herkesin hocasıyız, kimsenin yakını değiliz!” demeye getirdi lafını. İsim vermedi ancak herkes, benden bahsedildiğini biliyordu. İyice rencide olmuştum ve “Ben suçluyum. Bu işi yapamayacağım. Tiyatro bana göre değil.” Diyerek bir daha geri dönmemek üzere o gençlik merkezinden ayrıldım.
İlerleyen zamanlarda Denizli’ye ikinci üniversitemi okumaya gittim ve Genç Denizli’nin Tiyatro Okuluna kayıt oldum. Şansımı tekrar denemek istemiştim. Hocamız, yetenek sınavı yapmaksızın hepimizi dersine kabul etmişti. Dersler o kadar keyifli geçiyordu ki hocamız, bende olan rahatsızlığı bildiği için yorulmamam adına elinden geleni yapıyordu. Gelin görün ki bu kurstan da ayrılmak zorunda kaldım çünkü sağlık sorunlarım başka sebeplerden mütevellit ilerleme gösterince derslerim aksamaya başladı.
Hocamız, bana çok fazla iyi niyet gösteriyor ve derslere giremesem bile hiç sorun yaratmıyordu. Ben ise hocamızın bu iyi niyetinden dolayı utanıyordum. Kendisiyle bu durumu konuşarak kurstan ayrıldım ancak hocam, hep söylediğini yine söyledi “Utanılacak bir durum yok. Elinde olmayan sebeplerden dolayı gelemiyorsun. Seni çok iyi anlıyorum. Geri dönmek istersen biz buradayız.” demişti.
Zaman ilerledi ve ben sağlık sorunlarım sebebi ile İstanbul’a geri döndüm ancak ben, İstanbul’da iken Denizli’de “Şiir” üzerine ders aldığım hocam aradı ve Denizli Gençlik Merkezi’nin müdürüne yazmaya çalıştığım şiirlerimi göndermemi istedi. Seve seve kabul ettim ve gönderdim. İlerleyen zamanlarda Denizli Gençlik Merkezi müdürümüz arayarak kitap çıkartmam için teklifte bulundu. Kitabım çıktı ve ben Denizli’ye gittim. Anneannemin evinde kalacaktım bir hafta ve benim Denizli’ye vardığım gün Denizli Gençlik Merkezi müdürümüz beni, bünyelerine kabul ettikleri bir yazar olarak görüp anneannemin evinden özel bir araçla Denizli Gençlik Merkezine davet etti. Bir çay eşliğinde çok güzel bir muhabbetten sonra genç arkadaşlarımın bazılarıyla tanıştım. İlerleyen günlerde de Pamukkale Üniversitesi Şiir Topluluğu ile sahne aldım. Sahne öncesi provalarımız da çok verimli geçmişti.
İstanbul’a geri döndüm ve yine başka kurumlardan şiir, gazetecilik – haber yazma, sunuculuk – spikerlik, beden dili gibi birçok eğitimler almaya başladım.
Buralarda da yine bir problem yaşamayınca şöyle oturup bir düşündüm tiyatro eğitmenlerimle olan münakaşayı. Ben, belki de hatalıydım, belki de gerçekten rahatsız etmiştim ancak sorun sadece bana ait değilmiş ki. Yarı yarıya olan hatanın hepsini bana yüklemeye çalışmışlar ve üstüne, hasta olmadığımı ya da hastalığımı kullandığımı öne sürerek tek günah keçisi olarak beni göstermeye çalışmışlardı.
Halbuki kendi hatalarını da kabul etmiş olsalardı belki de bir uzlaşmaya varılabilirdi çünkü gerek Genç Denizli’de gerek Denizli Gençlik Merkezinde ve diğer kurumlarda olsun hep bir uzlaşma ortamı hakimdi. Bundan dolayı öğrenciler arasından bir sorun ortaya çıksa bile öğrenci kaybetmek yerine o öğrenci kazanılmaya çalışılıyordu. Öğrenci kesinlikle suçlanmıyor, rencide edilmiyor , almak istediği eğitimden soğutulmuyor aksine devam etmesi için teşviklerde bulunuluyordu.
Bu durumları fark ettikten sonra ne kendimi ne de bir başkasını suçlamadım. Aslında bu kurumların hepsi bana elimden geldiğince adaletli olmayı öğretti. Ortada yanlış giden bir durum varsa burada her iki tarafı da eşit derecede yargılamalı ve eşit bir şekilde karar verilmesi gerektiğini öğrendim. Kendimi ya da bir başkasını suçlamak yerine yanlış giden durumu uzlaşma yöntemiyle çözmeyi öğrendim ve ortada yanlış giden bir durum varsa, o yanlışın sebebini tek bir insana ya da kuruma değil yarı yarıya paylaşarak, görev dağılımlarıyla çözmeyi tercih etmeye başladım.
Dolayısı ile sevgili okurlar, suçlamak yerine uzlaşmayı tercih etmenizi öneriyorum. Umarım açıklayıcı olmuştur. Saygılarımla…