Sosyalizm ve kapitalizm merceği altında başarmanın zorunluluğu… Son zamanlarda sürekli bir tellaklık başladı: Başarı Tellallığı!
Bu tellaklar, sürekli seminerlerde başarı ve başarmak ile ilgili sözleri sayıp duruyorlar. Kendileri acaba neyi başarmışlardır? Elbette onlarında başardıkları vardır ancak, başarıdan kastettikleri nedir? Herkesin kendine göre bir başarı biçimi vardır, herkesin belli bir alanda yeteneği ve başarısı olduğu gibi.
Bu tür lafların söylendiği seminerlerden bazı kesitler, sosyal medyada sıklıkla en az benim karşıma çıktığı kadar sizlerin de karşısına çıkıyordur. Belli bir yerden sonra, kimi zaman yerli, kimi zaman yabancı onlarca kişiden aynı sözleri duymak çok bunaltıcı açıkçası.
NEDEN ‘BAŞARMAK’ ZORUNDA İNSANLAR
Kapitalizm, Soğuk Savaş ile Sosyalizmi yenmiştir. Bunun nedeni ise, Kapitalizmin, Sosyalizmi kendi içerisinde barındırıyor olmasıdır. Ancak Sosyalizm kendi içinde Kapitalizmi asla ama asla bulundurmaz. Evvela toparlamak gerekirse; Kapitalizm, kendi sistemi içinde, Sol-Sosyalist düşüncenin açılmasına ve kendi fikirlerini açıklamasına izin veriyor. Misal Sosyal Demokrasi ve Demokratik Sosyalizm bunun en büyük örneğidir.
Öte yandan Kapitalizmin Sosyalizmi yendiği bir diğer alan ise, insanlara, kendilerini farklı hissettirebilme imkanını sunmasıdır. Sürekli piyasaya her gün yepyeni ürünler, yepyeni araç-gereçler sürüyorlar, bunun insanlara ve insanlığa bir yararının olup olmadığı tartışılır ve çoğunlukla olmadığı sonucuna varılır. Çünkü insan, kendisini diğerlerinden farklı görmek ister, bunun sebebi de insanı çoğu zaman beyninden bile daha etkili bir biçimde yöneten egosudur.
Usta yazar ve müzisyen Zülfü Livaneli’de Konstantiniyye Oteli adlı kitabında, “Her insan egoisttir, egoist olmasa yaşayamaz,” demiştir. İnsan gerçekten de egosuna bağlıdır, ego kötü bir kelime olarak kulağımıza geliyor, çünkü bu kelimeye karşı çevreninde etkisiyle oluşan algımızla beraber böyle bir izlenim oluşturuyor zihnimiz. Tekrar konuya gelecek olursak, Kapitalizm insanların egosunu tatmin ederek, onları sistem çarklarının dönmesine yardımcı birer eleman ediyor. Kendi egosu içinde sıkışıp kalan insanlar ise, içinde oldukları bu vahşi sistemin tatlı yüzünü görerek, adeta rüyadaymış gibi yaşıyorlar. Ve bu durumu fark eden insanlar da, ‘başarmak’ denen bir kelimeyle yola getiriliyor.
Bu başarmak konusunda sürekli ahkam kesen kişiler sıklıkla; Bill Gates, Mark Zuckerberg, Jeff Bezos gibi bir sürü ismi, anlattıkları konuya örnek gösteriyorlar. Gencecik, daha hayatlarının baharında olan üniversite mezunu genç kitle özellikle bu başarmak kelimesinin peşinde. Çünkü önlerinde upuzun bir hayat var ve bu hayatın boş ve fakirlikle geçmesini istemiyorlar. Bu dediğim genç kuşak, sistemin vahşetine uyanan insanlardır. Bu uyanan insanlarda, demin belirttiğim gibi, sistemin kendilerini bir yere ulaştıramayacağını, bir yere ancak kendi emekleri ile ulaşabileceklerini söyleyerek avutuyorlar. Sözde Anti-Kapitalist olan bu kişiler, halbuki başardıklarında Kapitalist sistemin bir simgesi olacaklarını bilmiyorlar.
Ülkemizin şartlarına baktığımız zaman, durum gerçekten içler acısı. Her gün yükselen dolar, pandemi, eğitim sisteminde ki eksiklikler, bürokraside ki saçmalıklar, hukuksuzluklar, toplum içinde ki aşırı bloklaşma ve kutuplaşma… daha neler neler. Ülkemiz bir çıkmaz sokak da. İnsanlar mutsuz ve gelecekten umutsuz.
Başarmak denilen o büyülü kelime, maalesef ki bizim insanlarımıza çok uzak. Çünkü başarmak için bile elde bir şeylerin olması gerekir. Yoktan bir şey var edemezsiniz, ettiğinizi var sayıyorsanız, büyük ihtimalle yalan söylüyorsunuzdur. Şimdi çıkıp ta, “Bill Gates Microsoft’u evinin garajında kurdu. Çalıştı, çabaladı ve şu anki seviyesine geldi” diyenler için şunları söylemek istiyorum.
Birincisi şu ki, “başarmak” kelimesinin önüne sürdüğünüz örneklerin çoğu yabancı. Şimdi yabancı toplumlarda olan imkanlarla bizim toplumumuzda olan imkanlar aynı mı? Batı toplumlarında bir dayanışma söz konusudur, bir başarı varsa o başarı da herkesin ortak bir payı ve paydası vardır. Bizde ise öyle bir durum söz konusu bile değildir. Çok trajikomik bir hikaye anlatayım isterseniz.
Bir gün kıyamet kopar. Tüm milletler günahkar kabul edilir ve cehennemde ki kuyulara atılır. Her millet ayrı ayrı kuyularda bulunur. Türkler kendi aralarında, İngilizler kendi aralarında, Araplar kendi aralarında… Her milletin bulunduğu kuyunun başına bir de zebani dikilir ki, insanlar birbirinin üstüne çıkıp ta, cehennemden kaçmasınlar diye. Bu zebanilerde sürekli çıkmaya çalışanları yumruklarıyla kuyunun dibine sokar. Sürekli devam eder bu. Kuyuda ki insanlar çıkmaya çalışır, kuyunun başında ki zebani ise çıkmaya çalışanları yumruğuyla kuyusuna geri tıkar. Yalnız zebaninin olmadığı bir kuyu vardır. O kuyunun içi de boş değildir ha! Bizim millet vardır orda. Nedense oranın başına zebani koymamışlar, bilhassa gerek duymamışlar. Çünkü bizim millet sürekli yükselenleri, cehennemden yukarı çıkmaya çalışanları ayağından tuttuğu gibi aşağı çeker de ondan.
Biz millet olarak başarıyı ve başaranı daima kıskanmışızdır. Birbirimize destek olmaktansa, köstek olmayı yıllardan beridir tercih etmişiz. Ve şimdi böylesine bir toplumsal paradoks ortada varken, batıda ki ‘başaran insanlar’ burada ki insanlara nasıl örnek teşkil edebilir? Hadi bunu geçtim, o örnek verilen insanların hepsi tam bir kitap kurdu. Sürekli araştıran, merak eden ve düşünen insanlar. Biz ise millet olarak, merak etmeye ve düşünmeye karşıyız. Öyle ki bu atasözlerimize, günlük hayatımızda ki kalıplaşmış ifadelerimize kadar girmiştir. Misal; fazla merak g**e zarar,,; ya da; Düşün düşün ****** işin, gibi… Böyle bir toplumla, “Düşünüyorum, o halde varım!” diyen bir toplum nasıl karşılaştırılabilir ve düşünmeyi alaşağı eden bir topluma nasıl örnek teşkil edebilir?
Bunlara rağmen, sırf laf kalabalığı, bir şey biliyormuş gibi görünmek için ellerinden geleni yapıyorlar ya, acı acı gülmekten kendimi alamıyorum.
Şimdi asıl konumuza dönelim. Neden zorundayız? Neden ‘başarmak’ gibi bir yük, her Türk evladının omuzlarına yükleniyor? Neden sırf toplum içinde kabul görmek için, mutsuz insanlar yetişiyor ve hala da yetiştiriyoruz?
Şimdi bunun için başarmaktan kasta bakalım. Bu fikri –fikirde dememeliyim, bu laf kalabalığını yapan insanlar demeliyim- savunan insanlar için herhalde, hiçbir kültürel birikimi olmayan ve yaptıkları saçma sapan içeriklerle gençlerin, özellikle de lise öncesi çocukların hayallerinde ki kahraman olan YouTuber’larda başarmış oluyor öyle mi? Başarmaktan kasıt buysa, yani ‘kendini kurtaran’ bir başka deyişle, ancak topluma zarar veren işler başarmak sayılıyorsa bu bir saçmalıktan öteye gidemez.
Daha 14 yaşından itibaren baskılara maruz kalan; önce LGS, sonra TYT, AYT, YDT, YKS bilmem bilmem ne kadar sınava tabii tutularak bir yükümlülük altına alınan insanlar, yaşamlarının ileri dönemlerinde ise, adeta bir kurtlar sofrasına atıyor ve bu sofradan tek çıkış yolunun başarmak olduğu öğütleniyor lakin nasıl başaracağı öğretilmiyor, saçma sapan örneklerle geçiştiriliyor.
Şimdi tekrardan Kapitalizm ve Sosyalizm örneğine gelelim. Sosyalizm Kapitalizm gibi, insanları avutacak ve kendi çıkarlarına hizmet ettirecek, ancak bunu yaptırırken de, işini yaptırdığı insanları uyandırmamaya dikkat eden yöntemleri kullanmıyor. İnsanın önüne temel ihtiyaçları, temel hakkı olduğu için ücretsiz ve kolay bir şekilde önüne sunuyor. Bu da yeni ihtiyaçların doğmasına sebebiyet veriyor.
Bu durumu Karl Marx’da destekliyor zaten, “karşılanan ihtiyaçlar, yeni ihtiyaçlar doğurur,” diyerek. Kapitalizm ise, her şeyi ona belli bir ücret karşılığında veriyor ve bunu da normalleştiriyor. Sürü psikolojisi dediğimiz şey sadece hayvanlar için değil, aynı zamanda insanlar içinde geçerli. İçinde yaşadığı toplum, içinde yaşadığı toplumda ait olduğu aile ve bu unsurların hayat normalleri, bireyinde hayat normallerini oluşturuyor. Ve başka normaller bireye çok uzak ve anlamsız geliyor. Bunun sonucunda da, Kapitalizm Sosyalizm ile olan yarışını sürekli iki puan önde götürüyor. İnsanların egosunu tatmin ettirecek ve kendi işine yaramasını sağlayacak akımlar oluşturarak, aklı havalarda olan kitleler ile değirmenini döndürüyor.