Son Matrix Filmi – The Matrix Resurrections… Yıllar yıllar önceydi. Hiç unutmam Matrix’i sinemada seyredişimi.
Ankara’nın yeni nesil sinema salonlarının ilki olan Bilkent Tepe Cinemaxx’ın açılışını bu film ile yapmıştık arkadaşlarımla. Zaten devamında da çocukluğumdan beri beklediğim Star Wars’un yeni üçlemesinin ilk filmiyle devam etmişti bu sinema salonunun müdavimi oluşum.
Matrix’i seyrettikten sonra sinemadan çıkışımı hiç unutamıyorum. Resmen ayrı bir dünyaya gidip gelmiş, arkadaşlarımla filmin kritiğini saatlerce yapmıştık. Öyle etkilenmiştik ki filmden; seyrederken, roketle uzaya fırlatılan bir uzay mekiğinin pilotları gibi koltuklarımıza yapışmış, film bittikten sonra da şu an yaşadığımız dünya ve gördüğümüz dejavular aynı filmdeki gibi bir sanal alemin içindeymişiz düşüncelerini doğurmuştu bizde.
Böyle güzel anıları olan bir film, devamında çekilen “Reloaded” ve “Revolutions” ile git gide cazibesini kaybetmişti. Yönetmenler aynıydı, oyuncular aynıydı ama ne yazık ki ilk filmin tadını verememişti bana. Çoğu bilim kurgu filminde bunu zaten yaşadığımız için pek de şaşırtmamıştı sinema severleri. Çok nadirdir devam filmlerinin ilki kadar güzel olduğu. Bu sadece bilim kurguda değil diğer türlerde de maalesef böyle olmuştur.
Mesela, Godfather (Baba) filminin ilki ve ikincisi ne kadar başarılıysa son filmi o kadar kötüydü. Hatta son günlerde söylenenlere bakılırsa Godfather-3’ün finalinin farklı olacağı yeni bir filmin daha çekileceği konuşuluyor. Tabi, istisnalar da yok değil. Yüzüklerin Efendisi, her filmde kendini aşarak devam ederken, Star Wars ilk üçlemeden uzun yıllar sonra çekilen ikinci üçlemede yine kendisine hayran bırakmıştı. Kaldı ki bu iki film serisinin de çok önemli ve çok bilgili hayranları olduğu için onları tatmin etmek inanılmaz derecede zor bir işti. Nitekim bundandır ki benim gibi Star Wars hayranları üçüncü üçlemeyi, hele ki bu son üçlemenin son filmini çok fena eleştirmiş ve izledikleri en kötü filmlerin arasına sokmuşlardır.
Tekrar Matrix’e gelecek olursak, çok üzülerek söylüyorum ki Star Wars’ın son filminde yaşadığım hayal kırıklığının bir benzerini bu filmde de yaşadım. Aslında çok büyük beklentilerim de yoktu aslında. Çünkü ilk filmin tadını vermeyeceğine neredeyse emindim. Ama inanın bu kadar kötü bir film de beklemiyordum.
Çünkü ilk filmin 1999’da çekildiği ve aradan 22 yıl geçtiği düşünüldüğünde; gerek teknolojideki müthiş gelişim gerekse de insanların hayal gücünün ulaştığı noktalar çok daha iyi bir kurgu ve görsel efektler olacağı izlenimini veriyordu.
Düşünün ki; 1999 yılında hala tuşlu telefonlar vardı ve titreşim çok yeni bir icat gibi geliyordu insanlara. Şimdi ise bir telefonla yapılamayacak hiçbir şey yok neredeyse. Ancak ne yazık ki; Wachowski kardeşler bir adım ileri gidememişler. Belki de ruh gitmişti. Bilemiyorum. Çünkü aynı duyguları Star Wars’ın son üçlemesini seyrederken de hissetmiştim. Sanki büyü kaybolmuştu. Hoş o üçlemede kamera arkasında George Lukas yoktu ama burada Wachowski’ler yine işin başındaydı. Onlar çekmişti. Nasıl bu kadar kötü bir film yarattılar akıl sır erdiremiyor insan. Acaba bu filme inanmadığı için mi kadroya girmemişti Laurence Fishburne ? Yoksa başka nedenler mi vardı ? Keza Hugo Weaving nam-ı diğer Ajan Smith ?
Fazla spoiler içermeden filme girecek olursak da şöyle özetleyebiliriz; Yüzüklerin Efendisi’ndeki Gandalf’ın ve Star Wars’taki Usta Yoda’nın güçlerine sahip John Wick’in, çoluk çocuğa karışmış Trinity’ye olan aşkının gücü sayesinde makineleri alt eden insanoğlunu anlatan vasat bir film diyebiliriz. Tabi günümüzün popüler nesneleri; zombi gibi başı boş dolaşan yığınla varlık da cabası. Keşke daha iyi bir film çekilmiş olsaydı. Veyahut madem çekemeyecektiniz hiç bulaşmasaydınız ve Matrix, güzel bir anı olarak hafızalarımızda kalsaydı.
Film sonunda; zamanın ve belki de kötü yaşam tarzının, kadınlar üzerindeki etkilerinin erkeklere göre çok daha yıpratıcı olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Tıpkı Top-Gun’daki Tom Cruise’un partneri Kelly McGillis gibi; Beverly Hills Cop’ta Eddie Murphy’nin partneri Brigitte Nielsen gibi, Jackie
Brown’da Robert De Niro’nun partneri Bridget Fonda gibi; Matrix’de Keanu Reeves’in partneri Carrie Anne Moss da geçen yıllarda erkek partnerine göre çok daha fazla yıpranmış görünüyor. Belki de erkekler kadınlara göre kendilerine daha iyi bakıyorlardır. Belki spor yapıp daha sağlıklı besleniyorlar, alkol, uyuşturucu ve sigaradan uzak duruyorlardır. Bu dediğim aktörlerle aktrislerin o filmlerdeki ve günümüzdeki hallerine bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz.
Farklı bir yazıda tekrar görüşmek üzere, hoşça kalın sevgili okuyucularımız…