Soma’nın yıl dönümünü yaşadığımız şu günlerde sizleri Soma izlenimlerimle baş başa bırakıyorum.
Soma maden faciası yaşandıktan sonra arabama atlayıp Soma’ya hareket etmiştim. Soma faciasının yıl dönümünü yaşadığımız şu günlerde sizleri Soma izlenimlerimle baş başa bırakıyorum.
Manisa’ ya yaklaşırken kurtarma çalışmalarının sona erdiği ve yeraltından son naaşların da çıkartıldığı haberi geliyor. Soma’ da ortalığın yine karıştığına dair haberler de geliyor aynı dakikalarda. Ben de ilk önce Kırkağaç’ a uğrayıp oradan Soma’ ya geçmeye karar veriyorum. Ailelerin gelip monitörlere yansıyan fotoğraflara tek tek bakıp yakınlarını teşhis ettikleri soğuk hava deposunun bulunduğu Kırkağaç… Mezarlığa varıyorum. Tüm kasaba orada.
Bu sefer düştüğü yeri değil hepimizi yakan felakette akrabalarını, dostlarını, komşularını ebedi yolculuklarına uğurlamak üzere olan insanlar. Kimisi ayakta zor duruyor, kimisi sessizce ağlıyor, kimisi yere çökmüş yan yana dizilmiş mezarları öylece seyrediyor. Derken ay yıldızlı bayrağımıza sarılı tabutlar geliyor. Omuzlarda insan denizinin üzerinde son yolculuklarına doğru yol alıyorlar…
ARKADAŞ
Size iki arkadaştan bahsetmek istiyorum. Aynı mahalle de birlikte büyüyen, ekmeklerini aynı madende kazanan iki arkadaş. İsmail Coşkun. Yirmi sekiz yaşında. Ardında gözü yaşlı hanımı ve iki yaşındaki oğlu… Hakan Uçkun. Otuz bir yaşında. Ardında gözü yaşlı hanımı ve yedi aylık çocuğu… Arkadaşı İsmail’ i kurtarmak isterken vefat ediyor. İşi beş-on dakika erken biten ama aldığı maaşın hakkını sonuna kadar verme derdinde olup madenden erken çıkmayan İsmail… Kara toprağın altında yatan iki arkadaşla ve diğer şehitlerle vedalaşıyor ve Soma’ ya geçiyorum.
TÜYÜ BİTMEMİŞ YETİM
Hani çok sık kullanılan “tüyü bitmemiş yetim” terimi vardır. Peki bu ne anlama gelir? Anlatacağım. Soma belediye mezarlığının girişi yurdun her tarafından taziye için gelenlerin arabalarıyla dolu. Vakit akşama yaklaşmasına rağmen gelmeye devam ediyorlar. Kapıdan içeri girip yukarı doğru hafif eğimli yokuşu adımlıyorum. Yüz metre kadar sonra karşımda bir çeşme, çeşmenin önünde plastik bir duba beliriyor. Üzerinde bir ok, kırmızı harflerle “ MADEN ŞEHİTLİĞİNE GİDER” diye yazıyor.
Birkaç gün evvel o yazı ve maden şehitliği diye bir şey yoktu. Ama Üç yüz bir tane can vardı… Maden şehitliğinde uç uca eklenmiş uzayıp giden mezarlar. Her birinin etrafı irili ufaklı taşlarla çevrilmiş, üzerlerine rengarenk çiçekler serpiştirilmiş mezarlar. Otobüse atlayıp gelen taraftarların atkılarını bıraktığı, yurdun öbür ucundaki minik öğrencilerin yetim kalan kardeşlerine en saf duygularıyla destek olmak amacıyla kaleme aldıkları duygu yüklü kelimeler içeren mektupların olduğu mezarlar.
Toprak altında susuz kalan madenciler artık suya kavuşsun diye başlarına testi konan mezarlar. Onlardan birinin başında bir kadın. Çökmüş sandalyenin üzerine vakur bir halde… Donuk gözlerle hiç kıpırdamadan kabre doğru bakıyor ve belli aralıklarla kesik kesik çığlık atıyor. Bu sahne dakikalarca tekrarlanıyor ve sonunda takati kalmayan kadını sedyeye alıp götürüyorlar. Karnında taşıdığı iki aylık bebenin ölen babasının, kocasının yani hayat arkadaşının adını çığlık atıyor sedyedeki kadın. Tüyü bitmemiş yetim… Tüyü bitmemiş yetim işte o kadının karnındaki çocuk sevgili okur.
SUÇLU
Suçlu kim? Sadece yetkililer mi? Hayır! Suçlu benim, suçlu sensin, suçlu biziz, BİZ! Günlük hayatta en basit kurallara dahi uymamayı ilke haline getirdiğimiz için. Her zaman, her konuda kural, kaidenin çevresinden illaki dolanmayı matah bir şey saydığımız için. Toplum olarak kuralsızlığı, bize bir şey olmazcılığı iliklerimize kadar kanıksadığımız için.
Değinmeden geçemeyeceğim çok önemli bir konu var. Cenaze evinin kuralları vardır. Bu ülke şu an koca bir cenaze evidir. Herkes lafını sözünü iki kere tartmalı ve acısı olana yaklaşan dikkatli olmalı. Üzülerek görüyorum ki biz artık bunu bile beceremiyoruz.
YAŞA ÇOCUK!
Hani mezarların üzerinde yurdun öbür ucundan yollanan mektuplar var dedim. Minik öğrencilerin yetim kalan kardeşlerine çocuksu, kirlenmemiş, en saf duygularıyla destek olmak amacıyla kaleme aldıkları duygu yüklü kelimeler içeren mektuplar… Sizleri altıncı sınıf öğrencisi bir evladımızın sözleriyle baş başa bırakıyorum.
“ Sevgili Somalı kardeşim;
Hiç beklenmedik bir patlama yüzünden bütün Türkiye yasta ve bayraklar yarıda. Emin ol seni tanımasam bile çok üzülüyorum. Şimdi seni düşünüyorum da inanamıyorum bu olaya. Belki benimle hiçbir zaman karşılaşmayacaksın ya da beni birkaç gün sonra unutacaksın ama şunu hiç unutma, ben ve ailem elimizden geldiği kadar size yardım edeceğiz. Okulumuz ve diğer her Türk vatandaşının da size yardım edeceğini bilmeni istiyorum. Umudunu ve neşeni hiç kaybetme. Senin, babanın, akrabanın bu millet için çok şey feda ettiklerini ve çok çalıştıklarını unutma…
SİZLERİ ÇOK SEVİYORUZ
BAŞIMIZ SAĞOLSUN… “