Bazı insanlar vardır ki hayata geliş sebeplerini onları tanıdıkça anlarsınız. Ben de yaşamını sanata adamış çok değerli Sevtap Çapan’ı tanıdıkça bu duyguyu derinden hissettim.
Oyuncu ,dublaj sanatçısı, yazar, yönetmen olan sanatçımız Türk Tiyatrosu’nda çok özel bir yere sahip. Söyleyeceği her şey benim için o kadar değerli ki tek bir söyleşi ile bu güzel sohbeti sınırlandırmak istemedim. Bu sebeple dolu dolu sanat sohbetleri yapmaya karar verdim.
Sevtap Hanım ilk konumuz Tiyatro ve oyunculuk olsun istiyorum. Değerli tecrübelerinizin oyunculuğa gönül vermiş herkes için bir yol haritası olacağını düşünüyorum.
Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?
Küçüklüğümden beri sanata meyilliydim. Sahneye ilk çıktığım anda ise oraya ait olduğumu hissettim ve oyuncu olmaya karar verdim. Sahne tozu yutmak bu olsa gerek. O büyülü toz sizi büyülü tiyatro dünyasının içine çekiyor.
İlk tiyatro deneyiminiz ne zaman oldu?
13 – 14 yaşlarımda bir okul oyununda ilk kez seçme yapılarak bana rol verildi. Ertesi yıl da başka bir oyunda başrol oynayarak okulumuzu temsilen sahnede yer aldım. İşte o karar verme anım bu senelerdir.
Yarı profesyonel olarak “Tam Rolünün Adamı” oyunuyla konservatuvarın ikinci yılında seyirciyle buluştum. Hocamız, aynı zamanda yönetmenimiz rahmetli Savaş Dinçel oyundaki öğretmen karakterini sınıftaki kız öğrenciler arasında seçme yaparak bana verdi. Aslında bu karakter bir erkek rolüydü. “Bay Röpke” artık “Bayan Röpke” idi.
Profesyonel manada ise konservatuvarın son senesinde okurken yine bir seçme ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda ilk gerçek tiyatro deneyimimi yaşadım.
İlk rolünüz neydi?
İlk rolüm bir başroldü. Her oyuncuya nasip olmaz. Tolstoy’un romanından sahneye uyarlanan “Savaş ve Barış” oyununda, Şehir Tiyatroları’nda, Burçin Oraloğlu’nun yönetmenliği eşliğinde “Nataşa Rastova” karakterini canlandırdım.
Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin ilk mezunlarındansınız. O dönem nasıl bir eğitim aldınız?
Bu konuda çok büyük endişelerim vardı açıkçası… Müjdat Gezen’i hep komedi tarzındaki oyun ya da filmlerinden tanıyordum. Okulun da bu tarz bir oyunculuk üzerine yoğun bir eğitimi kapsadığını düşünmüştüm. Öyle değildi. Devlet konservatuvarlarına alternatif bir eğitim programı yürütülüyordu okulumuzda. Hatta o dönem diğer konservatuvarlarda olmayan dersler okutuluyordu bize. Mesela, tiyatro yazarlığı, senaryo yazarlığı, eleştiri ve diğerleri… Sahne Tatbikatı derslerimize 5 ayrı hoca giriyordu.
Her biri farklı bir yaklaşımla oyunculuk eğitimi vermekteydi. Müjdat hoca ise Geleneksel Türk Tiyatrosu dersinde bizlere bambaşka bir oyunculuk yaklaşımı sunuyordu. Bu biz oyuncu adaylarının kafasını oldukça karıştırmıştı ilk iki sene… Fakat sonra fark ettik ki hiçbir hocamızın kopyası olmamamızın, her birimizin kendimize özgü oyunculuk tarzına sahip olmamızın temel sebebi buydu. Bu okulda özgür ve özgün oyuncular yetiştirmek hedef alınmıştı. Felsefe, sanat tarihi, dünya sanat tarihi, mitoloji, eskrim, taichi, dans, şan, sinema oyunculuğu, kamera deneyimi, yazarlık, İngilizce, kostüm tasarımı ve tarihi, dekor tasarımı ve tarihi, makyaj, diksiyon, drama, dramaturji, uygulamalı dramaturji, çocuk tiyatrosu gibi pek çok dersimiz vardı. Ve bu derslere giren isimler Türk Tiyatrosuna önemli katkılar sunan isimlerdi.
Birkaç isim saymak isterim; Güngör Dilmen, Cevat Çapan, Toktamış Ateş, Sezai Gülşen, Tuncer Cücenoğlu, Atıl Yalkut, Canan Göknil, Seçkin Selvi, Toron Karacaoğlu, Mustafa Alabora, Aliye Uzunatağan, Erol Keskin, Çetin Etili, Sabiha Temizkan, Oğuz Aral, Macit Koper, Şinasi Bingeli ve daha niceleri…
Sizce “Deve kuşu Kabare” dönemi yani tiyatroların gerçekten çok aktif olduğu dönemler ile günümüzde nasıl farklılıklar var?
Farklılık oldukça fazla elbette… Sadece tiyatro, tiyatro seyircisi açısından değil, her alanda her açıdan farklılıklar var günümüzde…
Devekuşu Kabare 1960’ların sonlarına doğru kurulmuş bir tiyatro topluluğu. Kabare tarzında kurulan ilk tiyatro üstelik. Uzun yıllar da varlığını sürdürdü 90’ların başına kadar… 30 yıl kadar etkin bir şekilde devam etti. Kabare tiyatrosu güncel konuları ele alan, toplumsal, politik taşlamalarla skeçler halinde, müzikle, dansla, şiirle bezeli yapısıyla mizah – kara mizah yapar. Eğlendiriciliğinin altında yatan asıl meselesi ise toplumu ciddi konular üzerinde düşünmeye yöneltmektir. İçi oldukça doludur kısacası. Yemek ve içki de içilebilen seyirciye özgürlük sunan bir mekâna sahip olduğunun altını çizmekte fayda var.
Çağın gelişimiyle, televizyonun her ailenin evine, hayatımıza girişiyle aslında tiyatrodan uzaklaşmaya başladı toplumumuz. Kabare tiyatrosu eskisi gibi rağbet görmese de hala devam ettirilmesi için elini taşın altına koyanlar var.
Sizce alaylı olmak mı, eğitim şart mı?
Tiyatronun doğuşunu temel olarak aldığımızda herhangi bir eğitimden söz etmemiz mümkün değil. MÖ 500’lü yıllarda Dionysos şenlikleriyle dinsel törenler yapılmış. Antik çağdan amfi tiyatrolarla başlayan, boş sahnede büyük maskelerle oynanan oyunlarla günümüze gelene kadar gelişim gösteren bir yapıdan söz ediyoruz. Her çağda biraz daha gelişim gösteren tiyatro ve sanat kurallar, kuramlar belirlenerek günümüze kadar gelmiş. Ülkemizde konservatuvarın kuruluş tarihi çok da eski değildir. Eğitim elbette şarttır lakin alaylı oyuncular da usta – çırak ilişkisiyle eğitilirler ve yetenekleri ile yükselirler. Diploması var ama yeteneği olmayan biri yerine, yeteneği olan diploması olmayan birini tercih ederim açıkçası…
Yetenek saf kanlı olmak gibidir, eğitim bu yeteneği geliştirmek için rehberdir sadece…
Oyunculuk adına kullandığınız bilinen bir yöntem var mı? (olma durumu gibi)
Ben oyunculuk konusunda Stanilavsky yöntemini seçtim. Diğer tüm kuramlar zaten ya bu sanat adamının söylediğinin tersini söylemiş ya da söylediklerini daha da derinleştirmiş ya da sadeleştirerek geliştirmiş.
Bir dönem dizi oyunculuğu da yapıyordunuz su sıra daha çok tiyatro olmasının bir nedeni var mı?
Ben oyuncuyum ve bir oyuncu tiyatro, dizi, sinemada tecrübe edinerek gelişir diye düşünüyorum. Oyunculuğunu, farklı teknikler deneyerek icra edip keşfetmeye devam eder, etmelidir. 10 yıldır dizilerden uzak kaldım ve evet, son dönem projelerim sahne, tiyatro ağırlıklı. Bunun en önemli sebebi çalıştığım kurumun yöneticilerinin televizyon işlerim için bana izin vermeyip zorluk çıkarmasıydı. Aynı kurumda çalışan arkadaşlarımın çoğuna izin veriliyordu. Çifte standart uygulandı. Ağırlıklı olarak başrollerde oynayan bir oyuncu olduğumdan kurumdan ayrılmadım ama ekranlardan uzak kaldım. Bunun karşılığında onca emeğime rağmen hak ettiğim A kadrosu da verilmedi maalesef. Hatta zorunlu emeklilik yasasıyla erken emekli edildim.
”Ben Kara Fatma” adlı oyununuzu çok merak ediyorum, biraz bahseder misiniz?
“Ben Kara Fatma” oyunu seri oyunlar mantığıyla sahneye taşıdığımız “Ben Serisi Kurtuluş” başlığı altında toplanan tek kişilik oyunlarımızın ilki olma özelliğini taşıyor. Bu seride Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızın gerçek hayat hikâyeleri aktarılmaktadır. Tarihimizin en önemli dönemine bir yolculuk diyebilirim.
Fatma Seher Erden’in hayatı, kendine Mustafa Kemal Paşa tarafından verilen “Kara”, “Kara Fatma” lakabıyla sahneye taşındı. Bu lakap Fatma Seher’e gözü karalığı nedeniyle yakıştırılmıştır. Oyunda çocukluğu, ailesi, savaş yılları, asker olarak yükselişi, savaştan sonraki yılları ve tüm yaşadıklarıyla birlikte o dönem ülkenin içinde bulunduğu zorluklar konu alınmıştır. Tarihe ışık tutan biyografik bir kahramanlık öyküsü…
Artık dizi ve sinemaya daha çok ağırlık verebilirim lakin bu sektörün işleyişi tamamıyla değişmiş durumda…
Ülkemizin düşmandan kurtuluşunun nasıl ve kimler sayesinde gerçekleştiğinin göstergesi. Gururla, minnetle ve onurla canlandırmaya çalıştığım bir rol olmanın ötesinde benim ve ekip arkadaşlarım için. Tiyatro P.A.S yapımcılığında Mehmet Dağıstanlı’nın kaleminden Özgür Kaymak yönetimiyle Emrah Can Yaylı’nın müzikleri, Cihan Aşar dekor tasarımı, Onur Uğurlu kostümleri ve Hasan Demir’in ışıklandırmasıyla oyunumuzun seyirciyle daha sık buluşması için kolları sıvadık.
Yeni bir tarihi karakter gelecek mi? (Aklıma nedense Afife Jale geldi. Ne güzel olur.)
Aslında tarihimize yön vermiş bu önemli isimlerle ilgili seri oyun çalışmamız sürecek. “Ben Serisi Cumhuriyet” başlığı altındaki ikinci ayak projemizi sunmaya hazırlanırken küresel salgın baş gösterdi. Yalnız isim vermek istemiyorum. Daha önce yine bir röportajda sözünü ettiğim tarihi isim fikir olarak çalındı ve bunca sene kimsenin aklına gelmeyen bu ismin hayatı başka bir tiyatro tarafından sahneleniyor. (Afife Jale pek çok kez sahneye taşındı. Bizim tiyatro olarak amacımız onun kadar değerli isimleri gün yüzüne çıkarmak)
Pandemi döneminde sahnelerden uzak kaldıktan sonra seyirci ile buluşmak nasıl bir duygu?
Çok heyecan verici ama çok zor ve endişe yaratıp yüreği sıkıştıran bir duyguydu benim için. Sanki onca yıllık tecrübem işe yaramayacak gibi hissettim. Tabii sahneye çıkana ve finaldeki o muazzam alkışı duyana kadar…
En son “Sır” adlı sinema filminde oynadınız. Tür olarak farklı… Filmde oynadığınız karakterden bahseder misiniz?
Benim için tam bir sürpriz oldu. Açıkçası ekibin ilk sinema filmi oluşu beni biraz düşündürse de film çekmeye soyunan ekibin tiyatroda iyi işler yapıyor olduğunu bilmem, sanatın içinden gelmeleri onlara sınırsız bir güven duymamı sağladı.
Işık Tolgay ve Caner Doğruyol kaleminden çıkan senaryoyu hemen okudum. İki kez okudum. Dediğiniz gibi farklı bir tür, farklı bir yaklaşım. Yazım hatası olmayan, diyalogların karakterlerin özelliklerine göre yazıldığı anlaşılır bir tekst. Tüm bunlar ilgimi çekti.
Oynadığım karakter bir arkeolog. Adı Ayşe. Para hırsına kapılmış ve mesleğini bu amaçla kötüye kullanan bir kadın profili. Gençlik ve orta yaş olmak üzere iki ayrı dönemdeki halini görüyoruz filmde… Sanırım bu kadar söyleyebileceğim, gerisi “sır” J
Danışmanlığını tecrübeli isim Edgü Özdemir’in üstlendiği filmimizde yönetmen koltuğunda Caner Doğruyol ve İbrahim Ergül oturuyor. Sinema seyircisiyle buluşmayı heyecanla bekliyoruz.
Ses tonunuz ve güzelliğinizle sinemaya çok yakışığınızı düşünüyorum. Yeni sinema film projelerinde sizi görecek miyiz?
Çok naziksiniz Sevgili Elif! Umuyorum en kısa zamanda tekrar kamera önünde yer alırım. Kim bilir belki de biraz önce sözünü ettiğimiz sinema filmi yeniden ekranlara dönüşümüm başlangıcıdır.
Taklit yapabilmenin oyunculuk sanıldığı bu dönemde oyunculuğun gerçekten ciddi bir is olduğunu anlatmak için bir kamu spotu çekilmeli diye düşünüyorum. Oyunculuğa merakı olan gençlere ne önerirsiniz?
Kamu spotu ve benzeri girişimler elbette yapılabilir ama bence oyunculuğun ciddi bir iş, emek gerektiren bir meslek olduğunu devlet sisteminin sanata yaklaşımında görmeliyiz. Bu mesleğin değerini hak ettiği oranda ve hızlıca arttıracak olan tek yol budur bana göre.
Oyunculuğa merakı olan o kadar çok ki! Sadece gençler değil, her yaştan herkes… Bu inanılmaz bir eğilim. Herkes hevesli, kendini oyuncu sanıyor ve işin enteresan yanı ne yapıp edip iyi kötü sahneye çıkıyor, ekranda boy gösteriyor. Ne var ki gençlere şunu önermek isterim: Oyunculuğu heves olarak değil bir meslek olarak seçiniz. O zaman tam manasıyla ve aşkla kendinizi oyunculuğa adayıp gelişim gösterebilirsiniz. Hedefinizi belirleyiniz; hedef kolay yoldan şöhret olmak mı yoksa donanımlı bir oyuncu olmak mı?
Ben her zaman uyarlama değil de kendi oyunlarımızı sahneye koymaktan yanayım siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bence her ikisi de olmalı. Elbette bunun bir ayarı olmalı. Türk Tiyatrosu’nda yazılı metinlere geçildiğinde mecburen yabancı oyunlar uyarlanarak sahnelenmiştir. Sonrasında kendi tiyatro metin yazarlarımız çoğalmaya ve özgün eserler ortaya koymaya başlamıştır. Aynı durum sinemada da görülmüştür. İlk yıllarda yabancı film senaryoları Türk Sineması’na uyarlanmıştır. Korkarım bu alanlara başlangıç olarak uygun olan uyarlama eser mantığı vazgeçilemeyen kötü bir alışkanlık olarak sürdürülüyor. Buradaki maksat ‘garanti iş yapmak’ Fakat bu yüzyılda kendi yeteneklerimizle, senaryolarımızla, tiyatro oyun metinlerimizle sanatımızı geliştirmeli, bir ekol yaratabilmeli ve dünyaya pazarlayabilmeliyiz. Sistem ve yapımcılar kafalarını yenilemelidir.
”Peri Kız Müzikali” tamamıyla sizin eseriniz ve çocuklar için muhteşem bir proje olmuş! Müzikalin ana fikrini öğrenmek istiyorum sizden; çünkü son dönemlerde adına çocuk oyunu denen fakat hiçbir mesajı olmayan birçok proje var.
Çocuk tiyatrosu genellikle kolay para kazanma alanı olarak görülüyor ülkemizde. Çocuk tiyatrosu konusunda gerekli donanıma sahip olmayan kişi ya da topluluklar, yetkin olmadıkları halde sırf ticari kazanç elde etmek için bu alana yöneliyor maalesef! Ben bu durumu çocuklar ve sanat adına çok tehlikeli buluyorum. Tiyatro ve çocuk psikolojisi bilgisiyle proje yapanlar da var elbette…
“Peri Kız Müzikali” oyunuma gelince, övgünüz için teşekkür ederek kısaca bahsedeyim: Çocuklar için yazılmış olan bir müzikaldir bu oyun. 7 ve üzeri yaş grubuyla birlikte ebeveynlerin seyir keyfine uygun tasarlanmıştır. Alışılagelmiş çocuk oyunu oyunculuk tarzının, sahneleme biçiminin ve klişeleşmiş müzik yapısının dışında, günümüz çocuklarının algı ve ihtiyaçlarına uygun bir yaklaşımla yazılmış ve tarafımdan sahnelenmiştir.
2020 Şubat ayının başında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda dünya prömiyeri gerçekleşmiştir. Müzikalde, klasik bir iyi – kötü mücadelesinin anlatılmasına karşın didaktik olmayan bir tavırla, iyi ya da kötünün kişinin kendi seçimine bağlı olduğuna vurgu yapılmaktadır. Özgün konusu ve aynı özgünlükteki 18 şarkı sözüyle bezeli bir çocuk müzikalidir. Amacım günümüz çocuklarına hitap ederek çocuk oyunlarına gelmeyen 11, 12, 13, 14 ve üzeri yaş grubuna tiyatroyu sevdirmek diyebilirim. Bu yaş grubu genellikle 0 – 3 – 5 6 yaş grubuna uygun sahnelenen oyunlarla karşılaşmakta ve haklı olarak sıkılmakta çünkü.
Ayrıca müzikali yönettiniz. Yönetmek mi oynamak mı desem hangisini tercih edersiniz?
Evet. Oyunculuk başlı başına bir sanat ve seyirciyle kurulan bağ çok mucizevî. Tiyatro, ne kadar ekip işi olsa da bireysel başarıya dönüşen bir alan… Yönetmenlik de başlı başına bir iş. Yazarın dünyası doğrultusunda esinlenerek ya da o dünyayı şekillendirerek, kendi dünya görüşünüzü ve sanat anlayışınızı özgürce ortaya koyabileceğiniz, seyirciyi buna ortak olarak davet edebileceğiniz etkili bir alan. İkisinin de hazzı ve heyecanı farklı. Benim tercihim her ikisi de açıkçası. Hem oyunculuğa hem de yönetmeye devam edeceğim.
Kısa zaman önce bir söz duydum: İnsanları ağlatan bir sebze bile var, soğan. İnsanları ağlatmak kolay ama güldürmek çok zordur. Bu söze katılıyor musunuz?
Soğan örneğine katılmıyorum J Her oyuncu ya da kurgulanan, yaratılan duygusal atmosfer içeren sahne insanları ağlatmayabilir. Elbette katharsis (katarsis) yaratımıyla, seyirci empati yoluyla acıklı bir hikayeden etkilenir. Ne var ki bu soğanın insanı ağlatmasıyla eş olamaz. İnsanlar yani seyirciler ağlıyorsa metin, oyuncu, sahneleme ve atmosfer iyi bir aktarım sağlamış demektir. Bu da iyi sahnelenmiş bir oyun ya da film seyrettik demektir.
Seyirciyi güldürmek bizim ülkemizde daha kolay bence… Belden aşağı iki espriyle, argo ya da küfür içeren replikler, diyolog ya da monologlarla hemen gülen bir yapıya sahip bir kesim var ve maalesef çoğunlukta… Bizde genellikle bu tarz söze dayalı bir komedi anlayışı hâkim. Ben zor gülen bir seyirciyim mesela. Çünkü komedi dediğimizde zamanlama çok önemlidir. Durum, tavır, olay örgüsü, karakterler gülünç yanlarıyla ele alınır. Pek ciddi bir iştir aslında güldürmek. Unutmayalım ki sanat görecelidir. Birinin ağladığına biri gülebilir. Bu sözdeki gibi genellemeleri sanat işin içine girince kabul etmekte zorlanıyorum.
Bedia Muvahhit En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nden sonra da birçok ödül aldınız. Ama ilk oyunda, ilk rolünüzle böylesine ödüle sahip olmak hangi duyguları ve düşünceleri getirdi?
Beklemiyordum ve o mutluluğu, o heyecanı tarif edemem. Başarının tescillenmesi diyebilirim ve hazzı çok büyüktü. Üzerimde ağır bir sorumluluk hissi de uyandırdı. Bu ödüle layık olmalı ve daha çok çalışmalıyım diye düşünmüştüm.
Tüm dünyayı, durduran corona sizi nasıl etkiledi?
Önce ne olduğunu anlayamadım. Haberlere kilitlendim uzun bir süre… Çok üzüldüm. Dünya bugün çok daha iyi durumda ve insanlar daha iyi koşullar altında yaşamalıyken felaketlerin ardı arkası kesilmiyor. Bu sebeple umutsuzluğa kapıldım bir süre… Mesleğimizi gerçekleştirememek, sahneye çıkamamak ekonomik ve psikolojik açıdan yıprattı mesela. Sonra toparlandım. Bu esnada kitaplarımla ilgilendim ve bir yıl içinde 3 farklı türde kitabımın baskısı raflarda yerini aldı. Küresel salgın hala etkili bir şekilde devam etmekte ama hayat tamamen normalmiş gibi akıtılıyor. Oysa insanlar hala koronadan ölüyor. Epey kayıp zamanlar yaşıyoruz.
Tiyatro adına önümüzdeki zaman da yapmak istediklerinizi anlatır mısınız?
Pek çok çalışma yapmak istiyorum. Yazınsal anlamda, oyun oynamak ya da yönetmek anlamında… Tüm bunları yaparken asıl yapmak istediğim ülkemizdeki sanat anlayışının gelişimine katkı sunabilmek, özümüzden evrensel olana bir yol haritası çizebilmek.
Önümüzdeki günler için bir gösteri takviminiz var mı?
Henüz hazırlık içindeyiz.
Teşekkür ediyorum keyifli sorularınız için.
Beni kırmayıp bu güzel sohbeti gerçekleştirdiğiniz için ben teşekkür ederim. Sizin gibi değerli sanatçıların Türk Tiyatrosu nu çok iyi noktalara taşıyacağına dair inancım büyük. Sizi yürekten alkışlıyorum.