Edebiyatın, aşkın, savaşların, filmlerin en gözde olmazsa olmazı; insanoğlunun en insan duygusu ‘sevmek’tir.
Yaşamın her alanının içinde, insanı çok fazla doyuran hatta bazen haddinden fazla doyurduğu için zehirleyen bazen bizlere yuva olan bazen o yuvayı yıkan… Tüm tezatlığını da kendi içinde barındıran, vazgeçemediğimiz bir duygu olan sevgi; bazen kaygılarımızın en ana dinamiği midir gerçekten?
Sevmek ve sevilmek insanın en büyük, en önemli ihtiyaçlarından biri fakat birini sevmek demek, birine bizleri vurabilecek gücü vermek demektir. Sevdiğimiz kişi mutlu olduğunda mutlu olmak, üzüldüğünde üzülmek; bir lafıyla günlük rutinlerimizi bir anda tepetaklak edebilecek; hissettirdikleriyle, bizlerin varoluşuna dokunabilecek kadar sonsuz bir empati, anlayış, hırs, kıskançlık ve huzur döngüsü içerisinde bizlere hayatın ta kendisini tattırıyor.
Saydıklarımdan birçok fazlasını da içinde barındıran ve bizlere çok yönlü geri dönüşleri olan sevginin, aslında bir kaygı formu da olduğunu da dikkat çekmek istiyorum. Bu kaygı, sevdiğimiz kişinin yapacaklarını beklemekten, bazen yapamayacağından korkmaktan bazen nasıl mücadele edeceğini bilemediğinden kaynaklanan karşımızda gördüğümüz beklenti içindeki belirsizliğe dair bir his biçimi fakat kaygıya dönüşmesi, kaçamadığımızdan ileri gelmektedir. Çünkü sevdiklerimizden kaçamayız.
Sevmenin belki de en yaralayan kısmı burada, içimizdeki kaçamadığımız kısmında gizlidir. Çünkü nereye gidersek gidelim, kiminle olursak olalım içimizdeki ses susmaz. Bastırabilmek, güçlü bir zihin ve iyi bir zemine oturtulmuş sağlam bir mental güçle biraz mümkün olsa da sevgiden kaçmak içimizden kaçmaktır. Bu nedenle, sevdiğimiz insandan kaynaklanan ve bizi o andan, o kişiden kaçırmak isteyen ama yine de kaçıramayan her şey kaygının bir parçasıdır.
Maddi durumu iyi olan fakat kardeşinin yaşadığı maddi sıkıntıları gören ve bu nedenle kaygılı olan bir ablayı, uzakta olan evladına ulaşamayan bir anneyi, abisinin isteyip kazanamadığı üniversiteyi kazanan bir kardeşi, eve mutsuz gelen babasını görünce kendini yetersiz hisseden bir çocuğu, sevgilisinin üzüntülerine somut bir sonuç getiremeyen sevgiliyi düşünelim. Her birinin hayatındaki günlük rutinleri, diğer insanlarla olan ilişkileri devam etse de içlerinden atamadıkları ve sadece bastırabildikleri ama asla geriye bırakamadıkları “boşluk”; içlerindeki kaygıdır ve evet, sevmek biraz boşluktur da.
Hayatın içinde gerçekten bilinçli bir anne ve babaya denk gelmenin, milli piyangonun çıkma olasılığından daha düşük olduğu günümüz toplumunda, kendimizi var etmek için çalışmaya yeterince geç başlamışken, bazen insanın mola verecek veya duygularını analiz edebilecek vakti olmuyor. Neoliberal dünyada durmak, aynı yerde kalmak demek değil aksine daha sert bir biçimde geriye gitmek demektir.
İnsanı başarıya götüren disiplinini, sekteye uğratabilecek kadar güçlü ve ortadan o sorunu kaldırmadan da eski disiplini geri sağlayamayacak kadar kendini merkeze koyan sevgi, tam da burada kişiyi sonucunu tahmin edemeyeceği bir sınava sokuyor. Bu sınavda, insanoğlu yapmam dediklerini yapıyor; beklemem dediği şeyleri eli yüreğinde bekliyor, fedakarlıklar yapıyor. Biraz kendinden yitiriyor, biraz hayallerinden ama sevgiyle kazandıkları hepsine değiyor. Eğer şanslıysa, her birini sevgiyle tamamlıyor.
Rekabetin kaçınılmaz olduğu günümüz dünyasında, sevmek biraz zaaftır. Fakat insanın bu rekabette ayakta kalabilmesi için ne tuhaftır ki yine sevilmeye ihtiyacı vardır. Ve yenilse de hep sevgiye sıcak bakacaktır.
Güzel hissettiren sevgilerde buluşalım…