Sessizce oturuyordum masamda yavaşça perdeyi araladım içeriye sızan ışık demetleri ruhuma işledi.
Masamda duran nadir sulanan kaktüse damlalar halinde ellerimle yavaş yavaş su verdim. Ellerimden süzülen sularla kaktüsümü parmaklarıma batmasını hissederek sevdim. Evimde ben hariç nefes alan tek şeydi bu kaktüs birde yanı başımdaki anılarım.
Daha dün gibi 18 yaşımda mesleğe başladığım günler canlandı bir bir aklımda heyecanım hayallerim umutlarım hep var oldu hayatımda mesleğe daha okurken başlamıştım severek yazdığım iletişim fakültesini okurken her gün severek gülerek okumuştum, arada her insan gibi bende yoruldum, ağladım, yıprandım ama hiç pes etmedim mesleğim uğruna koşmaktan duvarıma baktım tüm ödüllerimin, içerik yazılarımın, fotoğraflarımın olduğu duvarlarıma her şeyi bir bir çıkarmış duvarlarıma asmıştım en büyük korkum yaşlanıp bir gün uğruna ömrümü harcadığım mesleğimi unutmak anılarımı unutmakta, ondan her gün yaptığım aktiviteyi yaptım zihin egzersizi mutfağa gittim, en sevdiğim menengiç kahvesinden alıp ısıttığım su eşliğinde pişirdim daha pişerken incecik hafif kahve kokusu mutfağa yayılmıştı.
Bardağıma kahvemi doldurdum usul usul kaset çalarıma yaklaştım en sevdiğim kaseti ‘’Ahmet Kaya’dan “Bir menekşe kokusunda seni aramak var ya” şarkısını taktım şarkı başlarken kahvemle koltuğuma ilerledim kitaplığımın önünde duran koltuğuma yavaşça oturdum müziği dinlerken her zaman yaptığım gibi içmeden önce kahve bardağımı ellerimle sarıp sessiz sessiz kokladım tam içime çektim Taze menengiç kokusunu yudum yudum dudaklarıma götürüp sıcacık kahveden içerken hep yaptığım gibi anılarımı düşündüm.
18 yaşında mesleğe başlamıştım. En büyük hayalim olan iletişimci olmuş sonra muhabirlik yapmıştım. Hayatım boyunca okumaktan hiç vazgeçmedim, elime yüzlerce kitap geçti her dilden her yöreden her dilden onlarca kitap okudum. Bilmediği dillerin kitaplarını çeviri yaparak okudum kocaman dünyada hangi ülkede hangi bölgede kim hayata nasıl bakıyor görmek istedim. Tüm yazarların bakış açılarını tek tek inceledim, çok sevdiğim mesleğimde yüksek lisans yaparak hem alanda kendimi geliştirirken aynı zaman da akademik alanda da ilerlemek istedim başardım da okuduğum yüzlerce Kitabı, katıldığım yüzlerce semineri öğrencilerle ve genç insanlarla paylaştım. Kahvemden yudumlar almaya devam ederken dinlediğim müzik eşliğinde anılarımı düşünmeye devam ettim. Her aynaya baktığımda o güçlü kadını görmek bana daha da güç katıyordu.
Şimdi soruyorum kendime acaba başka hayat bilir miydim? Hiç sevdim mi? Evet bir defa çok sevdim. Kendimden vazgeçecek kadar çok sonra karşılığında gördüğüm şey işim hariç her insanın bırakıp gideceği oldu. Neler yaparsam yapayım işim de verdiğim tüm emekler adım adım yükselmeme en iyisi olmama sebep olurken bir sevda uğruna ne güneşler batırmıştım ama sonu hüsran olmuştu günlerden sonra da bir daha hiç sevmedim işime adadım ömrümü işim benim eşim oldu, çocuklarım, sırdaşım, yoldaşım, uğruna gemiler yakacağım tek şey işim oldu. Tüm emeklerimi, çabalarımı, ömrümü işime adadım. Bugüne gelene kadar her bir uğraşım işime oldu.
Yılların nasıl geçtiğini anlamadım böylece haberden habere koştum, dersler verdim, seminerlere gittim. Derler ya insan kendisiyle mutlu ise gerisi önemli değildir aynen öyle oldu kendimle mutluydum gerisi hikayeydi. En büyük mutluluğum sabah haber peşinde koşup yorulup akşam eve gelip sessizce müzik açardım, önce birkaç sayfa kitap okur, sonra okuduklarımdan bende bir şeyler yazardım. Bir muhabirin bu dünyadaki en büyük mutluluğu akşam gelip sabah yazdığı her bir haberi satır satır okumaktı.
Kendi adımla yayınlanan her bir haberi gururla paylaşırdım tüm hesaplarımda kendi haberlerim üzerinden ders anlatmak en büyük tutkumdu ben yaptım diyebilmek. Günlerce uğraşır yeni şeyler üretebilmek için her gün çabalardım öyle adamıştım ki kendimi işime iletişim alanında olan her bir haberden haberim olurdu bu yaşa geldim belki ömrümün son demlerinde halen yaptığım başardıklarımın anılarıyla alırım nefesimi, unutmamak adına başardıklarımı her gün saatlerce camımın kenarında anılarımı düşünür yarı gurur, yarı hüzün anarım tüm hayatımı.
Bir cümle okumuştum bir kitapta her satırını beğendiğim ‘’Hayat bir romandır, Yazarı ister siz olun ister de başrol olun ama kalem kimde ise hikayeyi o yazar eğer başrol olmayı seçerseniz bir gün yan karakter kazanabilir hikayeyi ama yazar siz olursanız hikaye sizin elinizde olur ve siz kime ne rol verirseniz hikayede ancak o kadar yer alır’’ diyordu. Hep bu cümleyi hatırlattım kendime hayatım boyunca ve bu yüzden hep başrol değil yazar olmayı seçtim hayatımda. Hiç bir zaman kendimi anlatamadım anlayamadım da hayatımda Kuralsız bir insan olarak tanındım hep ama bana göre değildi anlamsız kurallara boyun eğmek anlamsız şeyleri anlamlı hale getirmek bana göre değildi. Bana göre olan anlamlı kuralları daha anlamlı hale getirmekti. Ve hayatımda da hep bunu kendime hedef almıştım anlamlı kurallarla daha anlamlı hale getirmek istiyordum hayatı. Riayet etmek bana göre bir kavram değildi duyduğum veya tam hatırlamıyorum bir yerde okuduğum anlamlı bir söz vardı ‘’ Dünya da iyi ya da kötü fark etmeksizin 2 tür insan vardır yönetenler ve yönetilenler bu insanlardan yönetilenler doğru ya da yanlış iyi ya da kötü haklı ya da haksız fark etmeksizin her şeye rivayet ederler. Yöneten gurubunda ki insanlar ise hayatı daha araştıran, okuyan, sorgulayan insanlardır.
Düşünürken camdan süzülen yağmur damlalarını izlemeye başladım. Yağmur da yürümeyi sevenlerin aksine ben yağmur damlalarını camdan izlemeyi sevenlerden tarafım. Oturduğum koltuktan kalkıp önce biten müzik yerine farklı bir kaset taktım Sur da tüm yeniliklerin, yok oluşların aksine bu zamana kadar inatla direnen kaset severlere kaset satan bir kasetçiden aldığım bir başka kaseti taktım ve minik minik artan müzik eşliğinde şöminenin yanında duran odunlardan bir iki tanesini alıp şömineye bıraktım.
Yaktığım odunların çıtırtısını dinlemek de en az müzik kadar zevk veriyordu bana müziğin yanında sevdiği tütsü dolabıma yaklaştım tütsülerimin içinden en sevdiğim deniz kokusunu alıp tütsü şamdanıma yerleştirdim elime aldığım çakmakla tütsümü yakıp yavaş yavaş odaya yayılan tütsü kokusunu içime çektim Yazdığım kitaplara, derlemelere, aldığım ödüllere baktım Oraya baktığım da hep gurur duymuşumdur eserlerimle çünkü inandığım bir şey vardı bir gün bu dünyadan gittiğim de son bulduğunda fani ömrüm arkamda bırakacağım eserler olacak. Beni benden sonra insanlar tanıyacak benimle tanıdıkları gibi benden sonra da anlam bulacak aldığım her nefes bana göre her insan iz bırakmalıdır şu dünyada iz bırakmadan aldığımız her bir nefesin ne anlamı vardır ki burada.
Böyle düşünürken yanan tütsünün kokusu iyice yayıldı odaya şöminenin ateşi iyice ısıttı odayı çalan müziğin sesi tamamen tüm odayı doldurdu. Odanın bir köşesinde duran tripotuma baktım, ortağım kamerama yüzümde minik gururlu ve özlem dolu bir gülümseme belirdi. Gençlik yıllarımda ilk maaşımla almıştım tripotumu ve kameramı sonra da bir daha hiç ayrılmadık, Her habere her olaya ortağım dediğim tripotum ve kameramla gittim. Her anı ayrı güzel işimle anılarımı her gün saatlerce tekrar tekrar canlandırdım gözümde unutmamak için gençlik yıllarımı. Şimdi gözümü gezdirdiğim ödüllerimle dolu duvarlarımda ne çok anı biriktirmiştim. Oturduğum minicik anılarla dolu evimde ne güzel günler yaşamıştım kokum, anılarım dolmuştu her yer.
Sessizce içimi çektim duvarlarıma kamerama bakarken, her bir anında bin kez şükrettiğim hatırlıyorum da bir gün eve gelmiştim o kadar kötü bir gün geçirmiştim ki şimdi duvarımda hala asılı olan aynamın önüne geçmiş kendimle şöyle bir konuşma yapmıştım kendimle kendi kendime çok şey başardın hayat hiçbir zaman pamuklar sermedi, önüne güller dökmedi, yollarına hiçbir şey hazır sunulmadı önüne hiçbir şey hazırlanmadı senin için hiçbir zaman nasılsın? neyin var? Yüzün neden gülmüyor denmedi, hep hırçın kural tanımaz, korumacı oldun herkesin gözünde oysa küçücük kalbinin içinde ne de duygusal bir kalbin vardı kimse bilmiyordu dışarıda güçlü, sert duvarları olan bu kadının içeride aslında bunu neden yaptığını, yalnız insanlar hep böyle olurlar diyemedin çünkü düşünce elinden tutan kanayan yaralarını silen yoktur yine kendileri siler kendileri kalkarlar o çukurdan 1 canını yakanı sen bin yaktın bir uykusuz gecenin sabahın da yine kendi intikamını kendin aldın ama bunu neden yaptın hiç sorulmadı oysa tüm bunların sebebi tek bir sözdü kendine verdiğin daha küçücük kızken ağlama büyüyeceğiz ve bir gün güçlü dimdik bir kadın olduğunda kimse ağlatamayacak artık seni kimse yakamayacak canını kimse üzemeyecek çünkü öğrenmiştin bu dünya da duygusal olanlar hep kaybeder hep yenilir hayata hep yok olur bu dünyada aslolan tek duygu güçtür.
Güç kimde ise onun dediği olur. Bir kitapta da okuduğum gibi mühür kimdeyse Süleyman o dur. İşte sende üzülen, yıpranan duygusal çocuğu bir kenara bırakıp dışına bu kadını yarattın kendine gücün tek önemli olduğu bu dünyada gücünü her doğan gün yeniden kendinden aldın. Her gün her üzüldüğünde her o küçük kız çocuğu aklına geldiğinde bunu hatırlattın kendine hiç bıkmadan hiç unutmadan. Çünkü eğer o küçük kız çocuğu o haliyle kalsaydı dünyada kendine yer edinemeden dünyada bir iz bırakamadan yok olup gidecekti oysa senin yaşamaktaki tek amacın bu dünyada bir iz bırakmaktı, Sonsuzluğun olmadığı bu dünyada bir iz bırakmak.
Sessizce toparlandım oturduğum koltukta bugün son günümü yaşıyorum gibi bir his vardı içimde sanki son kez uyanmış son kez kahve içmiş son kez kitaplarımı gözden geçirmiş ve son kez bakıyordum yıllarca ortak bildiğim kamerama uzun uzun dolaştım evimin her bir köşesini önce aldığım yıllarca kullandığım kaşmir kokusunu sıktım yine önce kendime sonra tüm odaya sonra kahve makineme yaklaşıp güzel kokulu kahve kavanozlarımdan birini aldım elime buram buram kokulu bir kahve yaptım kendime kahve bardağım elimde usulca bilgisayarıma yaklaştım bitmek üzere olan son kitabıma belki de bu dünyaya bırakacağım son bana ait esere göz gezdirip son kalan kısmı yavaş yavaş tamamlayıp hep kitaplarımı çıkardığım yayınevine gönderdim ve not düştüm “kendi hikayenizin yazarı olmanız dileklerimle”.
Sonra bilgisayarımı kapatıp arada bir şeyler karaladığım defterime son kez bir şeyler karaladım bulanlara umut olması dileklerimle. ‘’Ben 18 yaşında muhabir oldum tüm ömrüm haber kovalamakla iletişim çalışmaları yapmakla geçti. Bu dünyaya bıraktığım ne köşklerim bahçelerim ne hanlarım hamamlarım var ne de saraylarım bahçelerim tüm varlığım bu dört duvar arasındaki notlarım, değeri bilinirse okunacak kitaplarım ve gençlere bıraktığım videolar var. Ben bugün veya bir gün yok olup gittiğimde bu dünyadan bana sizden kalacak tek armağan bunlar tüm dünyam tüm varlığım bunlar. Sizden tek isteğim ben yazarken var ederken çok emek çektim dikenli yollarda yürüyüp kanayan yaralarımı kendim sildim şimdi sizden isteğim kimsesiz bırakmayın emeklerimi, boşa almayın çabalarımı tüm ömrümü benden sonra bunları bırakmak için harcadım öldüğüm zaman da dünyada adımın anılması için yaşadım’’
Belki son defa oturduğum masamda bir tütsü yaktım kokusunu içime çekerek kahvemi yudumladım. Uzun uzun baktım kamerama seninle de vedalaşma vakti geldi, ortağım can yoldaşım galiba son defa yan yanayız elime aldım uzun uzun temizledim. Kameramı özenle köşedeki tripotumun üzerine yerleştirip yavaşça köşedeki tekli kitap okuma koltuğuma oturdum üzerimde hafif bir terleme gözlerimde nem yüzümde bir gurur, belki biraz mutluluk oluştu üzerime çöken derin sessizlik içinde sessizce gözlerim kapanmaya başladı zihnim tüm hayatım boyunca ilk defa hiçbir şey düşünmeden olduğu gibi bir kareye bakıyordu ilk defa sessizliğin tadını çıkarıyordu tüm vücudum ilk defa durgundum tüm hayatımın aksine.
Yavaş yavaş kapandı gözlerim ve yok oluşumu hisseder gibi 30 yıllık meslek hayatım son bulmuştu avuçlarımda insan ölmeden önce öleceğini hissedermiş ya benim ki de öyle olmuştu aynen.
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
Dizeleriyle son bulan ömrümde her gün koşturup haber yapmıştım her haberim benim adımla yayınlandıktan sonra yarın son kez gazetelerde olacaktı adım arkamda bıraktığım kocaman sevda yüreğimde senle son kez gazetede adım olacaktı.