Durun durun. Daha yeni seni yeneceğim İstanbul değil miydi? Ne zaman bir şehri yenmeyi geçtik de koskoca bir gezegene kafa tutmaya başladık.
İstanbul’u yendik mi sıra dünyaya geldi? Hadi en başından başlayalım, bakalım her şey nasıl değişmiş ve bu raddeye nasıl gelmişiz.
Her şey doğumla başladı
Bir savaşa doğduk, koşu yarışına. Daha yürümeyi öğrenemeden “çift dil öğrensin istiyoruz” cümleleri başladı. Dünyaya adapte olabilmek öte yana dünyayı yenebilmek ve çok iyi bir yer edinebilmek adına hep koşmak zorundaydık. Her zaman ders için koşmadık ama. Bazen voleybol antrenmanından piyanoya koştuk bazen de matematikten fiziğe. Değişmeyen tek şey yarış oldu. Dinlenemedik mesela hiç. Soluklanmak nedir bilemedik.
Kendimize ayırabileceğimiz, isteklerimizi düşünebileceğimiz, hayattan zevk alabileceğimiz ve sakinleşebileceğimiz zamanı tanıyamadık kendimize. Her zaman çok yoğunduk. Zamanımız yoktu dinlenmeye. Bize ait olan hayatta kendimize vakit ayırmaya zamanımız yoktu.
Deneme sınavları, gerçek sınavlar, notlar, testler ile geçti gençliğimiz. İnandık da aslında. Yenebiliriz dünyayı; o kadar sınavlar, dershaneler, eğitimler boşa olamaz dedik. Ben bir yarışa hazırlanan atletizm sporcusu gibi hazırlandım ve yenebilirim dedik. Diplomalar alındı, tebrikler edildi. Sonrası? Bazıları iş hayatına başladı, yarışı bırakanlar oldu, bitirmesine rağmen kazanamayanlar da oldu.
Ne elde ettik?
Kendini keşfedememiş insanlar elde ettik. Ders, sınav, puan, okuldan başka bir şey düşünemeyen ama bunları çok düşündüğü için bu alanda da çok iyi olamayan kişiler elde ettik. En baştaydı aslında hatamız, doğumda. Fakat bunu hiç fark edemedik. Bir şeyleri suçladık. Dönemi, eğitimi, ekonomiyi, iş dünyasını…
Hiç aklımıza geldi mi en temel sorular olan “bu yarış neden, nereye bu koşu, dünyaya neden geldim, ne elde etmeye çalışıyorum, nasıl bir yarıştayım” soruları. Fark ettiniz mi, geleceğini düzgün planlayıp sıkı çalışıp başarılı olanlar da mutsuz başarısız olanlar da. Sanki bir salgın var gibi tüm toplumda. Mutsuzluk salgını. Peki yanlış yerde aramış olabilir miyiz mutluluğu?
Kıstasımız öteki değil “ben” olsun
Dış etkenler çerçevesinde elde edilmeye çalışılan mutluluk kaybedilmeye mahkumdur. Yanıltıcıdır. Elde ettim, başardım sandığımızda bile kalıcı olmaz. Hayat bir koşu değil, bir süreç. İyisi de var kötüsü de. Mutluluğu da var hüznü de. Başarısızlığı da var başarısı da. Her etkeniyle hayatı kabul edip ilgi duyulan alanda kendimizi geliştirmek için elimizden geleni yaparsak mutlu olacağımız kanısındayım. Değiştirelim. Önce kendi düşüncelerimizi, sonra çevremizi, sonra dünyayı. Hayal mi? Belki. Gerçekleşebilir mi? Neden olmasın, uğruna çabalamaya değer.
Bir anlığına da olsa durduralım yarışı, çıkalım pistten. Kenara çekilip dinlenip hayatın güzelliklerine bakalım. Yavaşlayalım! Buna çok ihtiyacımız var.
Yarışı kazanacağım derken kendimizi kaybetmemek gerek. Dünyayı yenmeye çalışırken bu savaşın kazananı olursak kaybedeni olabileceğimiz ironisini göz ardı etmeyelim. Amacımız dünyayı yenmek değil benliğimizi keşfetmek, kendimize uygun hedefler koymak ve bu çerçevede dengeli bir hayat yaşamak olsun.