Satranç oyununda kazanmak için iyi oynamak kadar rakibi de iyi okumanız gerekir.
Nedir bu satranç denilen oyun?
OZ, Empati ya da Olasılıksız kitaplarından tanıyor olabileceğiniz Adam Fawer‘a göre:
“Satranç hayat gibidir David. Her parçanın kendi işlevi vardır. Bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü. Bazıları oyunun başında işe yarar, bazılarıysa sonunda. Ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. On parçanı kaybedip, yine de kazanabilirsin oyunu. Satrancın güzelliği budur işte. İşler her an tersine dönebilir. Kazanmak için yapman gereken tek şey tahtanın üzerindeki olası hamleleri ve anlamlarını iyi bilmek ve karşındakinin ne yapacağını kestirebilmek.”
Adam Fawer’ın son cümlelerinden yola çıkarak kısmen de olsa psikoloji ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Kazanmak için iyi oynamak kadar rakibi de iyi okumanız gerekir zira rakip gerçek hayatta nasıl bir tutum sergiliyorsa tahta üzerinde de buna benzer bir tutum ile oynamayı tercih edecektir.
Peki bu oyun ne zaman ve nerede çıktı?
Milattan Önce 2000’li yıllar denilebilir. Tabii bunu Mısır piramitlerindeki kabartmalarda yer alan figürlerinden yola çıkarak söyleyebiliyoruz. Bu konu şaibeli olacaktır ki böyle düşünülmesine karşın çıkış yeri ve zamanı Milattan Sonra 3. ve 4. yüzyıllarda Hindistan olarak kabul edilir.
Değinmek istediğim başka bir konu var. Bu konuya ise şöyle bir soru ile giriş yapmak istiyorum:
Bir satranç maçında kaç farklı hamle kombinasyonu vardır?
Ucu oldukça açık bir soru gibi gözüküyor öyle değil mi? Gerçekten de öyle. Yorumlarımı bir kenara bırakıp soruya odaklanacak olursak, tahmin ettiğinizden çok daha fazla olduğunu hatta daha önce duyduğunuz sayı basamaklarını fazlasıyla geride bıraktığını söyleyebilirim.
Şöyle ki: Araştırmacılar, satrançtaki olası hamle sayısının “evrendeki yıldız sayısından daha fazla” olduğunu düşünüyor. İyi de ben evrendeki yıldız sayısını nereden bileyim? diye düşünmüş olabilirsiniz. Peki, öyleyse hesaplamalarımızı Dünya’ya göre yapalım. Size desem ki: Dünya’da bulunan “tüm kum taneciklerinin toplamı, evrendeki yıldız sayısından daha azdır“. Biraz karıştı sanırım. O halde sayıya dökelim. Yürütülen proje kapsamında Dünya’da yaklaşık olarak 4 seksilyon (4×10²¹) kum taneciği bulunduğu hesaplanmış.
Devam edelim, astronomlar sadece “gözlemlenebilir” evrende en azından “70 seksilyon (70×10²¹)” yıldız olduğunu tahmin ediyor. Bahsettiğimiz gözlemlenebilir evrenin çapı ise 93 milyar ışık yılı olarak kabul edilmekte. Daha fazla işin ucunu kaçırmadan şöyle bir özet yapacak olursak diyebiliriz ki: 64 karelik bir satranç tahtasına aslında bir Dünya ve hatta onun üzerine koca bir evren bile sığabilmekte. Bu bize matematiğin bir dersten daha fazlası olduğunun ispatıdır işte.
Tüm bu büyük sayılardan sonra her ne kadar tezatlık oluştursa da teorik olarak bir satranç oyununda en fazla 5870 hamle oynanabilir.
Hazır mısınız? Bahsi geçen olasılıklara karşın, en uzun satranç oyunu 1989’da oynanmış olup 20 saatlik süre zarfında 269 hamle ile neticelenmiştir. Unutmadan, oyun berabere bitmiş.
Az önceden beri bahsettiklerimiz, sonu olan bir oyunda sonsuzu aramaktı. Peki buna bir sınır getirirsek sonuç ne olur?
İki taraf:
- 1’er hamle yaptığında “400”
- 2’şer hamle yaptığında “72,084”
- 3’er hamle yaptığında yaklaşık “4,000,000,000”
- 4’er hamle yaptığında “318,000,000,000’dan” daha fazla 40’tan sonraki seçenek sayısının Dünya üzerindeki elektron sayısından daha fazla olduğu söyleniyor.
Matematiğin gözünü seveyim deyip daha fazla uzatmadan bu konuyu burada kapatıyorum.
Son zamanlarda oldukça popüler olan ve pek fazla kişinin satranca merak salmasına neden olan, sizin de izlemiş olabileceğinizi düşündüğüm bir dizi var: Quuen Gambit. Korkmayın, izleme hevesinizi kaçıracak yönde bir bilgi vermeyeceğim.
Dizinin bir kesitinden alınan yukarıdaki görselde ana karakterimiz Beth, zihnindeki hamleleri tabiri caizse yansıtıp tavanda oynuyor. Kurgusal bir içerik olması yönünden, pek fazla izleyenlerin dikkatini çekmese de aslında bu olay bir noktaya kadar mümkün. Tabii bunları tamamen kendimden yola çıkarak sizlere ifade ediyorum, bu bakımdan olaya sübjektif bir şekilde yaklaştığımı vurgulamak isterim.
Ana konumuza devam edecek olursak, satrancın oldukça yoğun bir biçimde zihni çalıştırdığı su götürmez gerçektir. Dünyaca ünlü satranç oyuncusu Garry Kasparov’un da şu sözleri bu fikri desteklemektedir: “Satranç zihinsel işkencedir.” Zihnimizi bu safhada yoran bir aktivitenin etkisi muhakkak olacaktır. Henüz başlamış bir oyuncu için oyun basittir çünkü birkaç hamle sonrası kuşkudan ibarettir. Takdir edersiniz ki bu kuşkunun sebebi, oyunu asıl oynaması gereken yere, zihnine taşıyamamış olmasıdır. Bu hususta zamanla ustalaştıkça, ufku fark edilebilir düzeyde genişleyecek ve oyun yerini daha komplike bir yapıya bırakacaktır.
Artık bu safhada, konun başında da değindiğim gibi, iradesinden bağımsız bir şekilde zihni günlük hayatında ya da rüyalarında azımsanmayacak ölçüde hamleler ve oyunlar sergilemeye başlayacaktır. Aşina olduğunuz satranç takımı ise çoğunlukla bu oyuna ev sahipliği yapacaktır.
8 koca yılı geride bırakmış, madalyalar kazanıp kupalar kaldırmış, güzel anılar biriktirip saygıdeğer arkadaşlar edinmiş bir satranç oyuncusu olarak size şunları söyleyebilirim:
Satranç bir oyundan ve spordan çok daha fazlasıdır. Sabırlı olmayı ve beklemeyi, her şeyini kaybetmiş olsan da bir umuda tutunup direnmeyi, mücadeleyi ve bu mücadele için ihtiyaç duyduğun gücü, feda etmeyi ve yeri geldiğinde vazgeçmeyi, duygulara aldanmayıp mantıkla hareket etmeyi, en önemlisi de bir taş için koca bir orduyu yok etmenin sebebini size sorgulatmayı öğretir.
Oynayınız efendim, göreceksiniz ve fazlası olduğunu hissedeceksiniz.
Buraya kadar zahmet edip okuduğunuz için müteşekkir olduğumu belirtmek isterim. Girişte de bahsettiğim gibi, bu mecra benim için yabancı topraklardır. Zamanla tanıyıp kendimi buna göre geliştireceğim. Kusurumuz muhakkak ki vardır, affola. Gününüzün de gönlünüz kadar güzel geçmesi dileğiyle. Saygılar…