Şans mı kader mi? Şansa inanır mısınız? Bu yakanıza aniden denk gelen bir kuş pisliğinden mi geliyor? Peki ya kadere?
Kadere olan inancınız imanın şartı olmasından sebep mi, yoksa taktiri tamamen Allah’a bırakmak gerektiğinden mi içiniz, vicdanınız buna elverişli? Siz kimsiniz? Ben kimim?
Evet, bütün bu soruların ve karmaşaların içerisinde hayatın bize getirdiklerine eteklerimiz zil çala çala kapımızı açmasak da, her hâlükârda kapının deliğinden yoklamıyor değiliz. İyisi ile kötüsü ile mecburen kucakladığımız olgular bize gerçek kimliklerimizi sunuyor. Elbette robotuz diyemem ama oto kontrole bağlanmış birer makine olmadığımız da pek düşünülemez gibi.
Takındığımız sahte ifadeler, sahte “iyiyim” kelimeleri, her gün günahına girdiğimiz yalancı sohbetler ve daha nicesi için uyanır uyanmaz maske seçiyoruz.
Buna biz kadınların fiskos adı altında ki gıybetleri de dahil, siz beylerin yersiz ve birbirinizle yarıştırdığınız unvan takıntılarınız da.
Her biri günlük hayatlarımızda nedeni bilinmeksizin ihtiyaç duyduğumuz, kimimiz için “havalı” görünen, kimimiz için “yahu falancadan benim ne aşağı kalır yanım var ki?” savunmasıyla hırslarımızı ortaya döken, kimimize kıyaslama ve rekabet ortamı sağlayan ama öte yandan birileri için de çokça gülünç duran bir eylem. Kendini yetiştirmiş kişilerin eşiğinden dahi geçmeyeceği bu durum, başka merdivende ki insanların bir başkasını basamak olarak görmesine ve bunun adına da “Şans!” diyebildiği olaylar dizesinde kendisine başrol biçmesine neden olmuş bile.
Kabul edelim ki, her birimiz için kendimizce renklendirdiğimiz yalanlar silsilesi var. O dürüstlük oyunlarını pekâlâ oynadığımız ana caddelerden tenha sokakta ki evimize gelince, önce yüzümüzde ki sahte ifadeleri suya karıştırıyoruz sonra da ayaklarımızı uzattığımız dinlenme koltuğumuzda maskelerimizi çıkarıp kendimizle kalıyoruz.
Çok enteresandır ki; ne yaptığımız hataları, söylenen yalanları, yalnızca kendimizi kandırdığımız gerçeğini ya kabul etmek istemiyoruz, ya da işimize gelmiyor. Oylama yapalım derseniz ben varım ancak açık ara önde kabul etmemek çıkacağından, henüz oylamada bile kendimizi kandırdığımızı kabul etmeyiz, edemiyoruz. İçimizde bize bile diş geçirebilen nefsimiz sağolsun.
Gelin hep beraber bir aynanın karşısında duralım.
Cinsiyet, dil, din, ırk fark etmeksizin sadece doğamız gereği bize bahşedilen bir takım huylar olduğuna inancım tam. Aynada görünmek istediğimiz kişilere bürünelim desek, içimizden “karakter şöyle bir bekleyedursun” diye elinin tersiyle itecek onlarca insan çıkacaktır. Bu önem verdiğimiz dış güzellik ve unvan takıntısı dışında hiç bir şey değil. Buna “Kader” deyip geçmek nasıl aptallık olursa, şansı da bir başkasını kendi hayatımızda “malzeme” olarak kullanmaya dediğimiz de yaşarız.
Hiç birimiz harikulade değiliz ancak başkalarının sırtına basıp bir kaç merdiven çıkma çabasında olanlarla, kariyer delisi olup gözü kararırcasına emek hırsızlığı yapanlar kendileri için diledikleri ismi/lakabı kullanmakta özgürler, lügatte onlar için tek bir kelime var: Karaktersizlik.
Üstelik buna ne şansı ne de kaderi karıştırmakla da arınamazlar. Her ikisi birbirinden farklı olan kelimelere hayat adayacak türden sıkı sıkıya bağlı olmak bir kenarda dursun, yaşınıza göre karakteriniz oturmamışsa sözlükten arzu ettiğiniz her kelimeye kılıf uydurabilirsiniz.
Evet, bunun belki anayasada cezası olmasa da ilahi adaletin tecelli edeceği gün o uydurulan kılıflar da fayda sağlamayacak.
Şansın her kapıyı aralayabileceğine inanan insanlarla, kaderci olan insanların ortak tek bir paydası var: aidiyet duygusu.
Bu bütünüyle bir alana, bir insana veya bir işe teslim olmak ile ilgili. Kopmayacak bağlarla bağlanmışlık hissine öylesine tapılır ki; eğitimin, başarının, azmin, çalışkanlığın terimleri tamamen unutulur ve yerine onlara göre majör hale getirilmiş şans ve kader kelimelerine inanılır.
İki enfes kelimeye inanıyor olsam da her zaman eğitimin ve üslubun kimlik olduğunu, şansın çok şık anahtarlar taşıdığını ama bunu herkese eşit dağıtmadığını, kaderin var olduğunu ve bir noktadan sonra kendi kaderimize kendimizin de yön verebildiğine inananlardanım.
Yerinizde olsam süslü fiskos sehpalarının altında ki halıya ittiğiniz karakteri önce yerden kaldırır sonra da hak ettiği yere, insanlığımın ve vicdanımın kapı komşusu yapardım. Plazaların şık odalarında bahşedilen unvanlar ve kalburüstü paltolar giyinip yersiz kelimeler takınmaktansa, durduğum yeri kabul eder ve emin adımlarla ilerlerdim. İnanın böylesi şansın ve kaderin de hoşuna gidecektir, tabi adım atabilirseniz.