Her gün, her vakit ve her yerde sanat üretimi yapabilmemiz mümkün aslında. Sadece bu konuya mesafeli yaklaşıyoruz. Çünkü insan ürettiğinin karşılığını görmek istiyor.
Sanatsal faaliyetlerin hepsi, insan duygu ve düşüncelerin dışa vurumunun anlatısıdır. İnsanın sanatla ilgilenmediği bir gün yoktur. Bu konuda anlaşalım. En basitinden gidelim. Aşk acısı çektiğimizde Sezen Aksu’nun başını çektiği melankolik şarkılara yani müziğe sarılırız değil mi? Ya da duygusal bir film izleyip, sinemaya sarılırız. Bir şiir okuyup edebiyata tutunuruz.
Peki hep mi tüketiriz? En güzel şarkıların, en güzel hikayelerin bir acıdan sonra yazıldığını unutuyor gibiyiz. Neden derdimizi kağıtla, kalemle veya şu çağda klavyeyle anlatmıyoruz?
Ne işe yarayacak? Diye düşünmeyelim. Hissettiğiniz duyguyu harflerin arasında görmek insana iyi geliyor inanın.
Şöyle bir düşünürsek; her gün, her vakit ve her yerde sanat üretimi yapabilmemiz mümkün aslında. Sadece bu konuya mesafeli yaklaşıyoruz. Çünkü insan ürettiğinin karşılığını görmek istiyor. Bu maddi bir karşılık değil hayır! Düşünün yetiştirdiğiniz bir dut ağacından bir çocuk dut yediğinde o çocuk mutlu olur. Ve sizde o çocuğun mutluluğuyla mutlu olursunuz. (Mutsuz oluyorsanız o ciddi bir ruhsal sorunudur ayrı. İşte sanatta böyle bir şey, bir müzisyen şarkısı çıktığında kazandığı paradan elbet mutlu olur. Ama konserde o şarkıyı insanların bağıra çağıra mutlulukla söylemesinden daha fazla mutlu olur.
Bir sanatçı adayının içinde sıkça fırtına kopar. Ama en kaygı duyduğu şey sanırım rağbet görmeme korkusudur. En büyük suçu da sanatsal üretimin yoğun olmadığı bir şehirde yaşamasıdır. Mesela kendi ülkemizde bir sanatçı için İstanbul’da yaşamaması bir kabahat haline dönüşür. Veya İzmir’de veya Ankara’da… Doğanın kanunu gereği büyükşehir her zaman büyük bir pastadır. Ve sanatçı adayı bu pastayı yemek için oraya gitmek zorundadır. Bu genel olarak Dünya’nın her yerinde de böyledir.
81 şehrimizin tamamında sanatsal ve kültürel etkinlik tabi ki de var. Bakanlığa ve Belediyelere bağlı kültür birimleri tabi ki de bu konuda üstüne düşeni yerine getiriyor. Sinema ve tiyatro salonlarımız sayısal olarak fazlalaştı ve gayet modern bir hale de geldi. Buradaki asıl konu üretim. Ve bu üretimi yapan sanatçı adayının, sektörün büyük bir bölümünün İstanbul’da var olamama korkusunu yaşamaması gerektiği…
Peki, ne yapılabilir? Yarışmalar… Evet belki bir opsiyon ama genel bir çözüm değil. İstisnaları ayrı tutarak söylüyorum. (Beren Saat.) Sanatçının bir tek performanslık yarışma üzerinden belirlenmesini son derece yanlış buluyorum. İnsana bir hırs kazandırarak sanatçı olacaksın diyemezsiniz. Bu sanatın ve sanatçının ruhuna aykırı bir durum. Ayrıca şarkı yarışmaları üzerinden gidersek 1.ci olanın değil de ön turlarda elenenlerin daha sonra daha başarılı olduğunu görebiliriz. Sinema için yapılan yerel ve ulusal film yarışmalarını ayrı bir yere koyuyorum. Oradaki durum farklı en azından bir üretimin sonuç halini görebiliyorsunuz.
Sektörün yapması gereken şey daha fazla şehrimiz olduğunu hatırlaması olduğunu düşünüyorum. Burada kurulacak akademilerin faydalı sağlayacağını düşünüyorum. Her şehir bir atölye neden olmasın? BKM Mutfağın yaptığının benzeri neden yapılmasın? Ve neden İstanbul dışında da yapılmasın. Yetiştiricilik burada önemli unsur. Arkasında gidilmesi gerekiyor. Sanatın her yerde üretilebileceğini hayal edebilmemiz gerekiyor. Hayal ettiğimizde hayal edenlerle buluşup sinema da, tiyatro sahnesinde, konserlerde daha fazla hayalin gerçeğe dönüşebileceğine inanmamız gerekiyor.