İnsanın ruhu “ölümsüzlüğe” aşıktır. Allah’a ulaşamayan ruh, sonsuzluğa yol bulamayan insan bunalır, tenine sığmaz, ruhu bunalan can daralır.
Evrene bakalım. Binlerce çeşit varlık var. Hayvanlar alemi kendi içinde çeşit çeşit. Bitkiler alemi binlerce farklı çeşit. Hepsi yaratıldığı şekilde yaşayan, fazlasını aramayan, maceraya atılmayan, kodlanan şekilde yani yaratıldığı varlığını devam ettirip belirlenen süre çerçevesinde dünyada var olan ve ardından süresi bitince çekip giden yaratılanlardır.
Görüyoruz ki yaratılan her varlık yaratıldığı şekilde, olduğu durumda yaşayıp giderken kendine maceralar aramıyor. Misal bir karınca bir gün uyanıp da her gün yürüyerek yemek topluyorum bugün uçarak toplamayı deneyeceğim diyerek çalışmalara başlamıyor. Bir kuş içgüdüsel olarak yuvasını yaparken dur şuraya da kat çıkayım, aman şu şekilde evimi geliştireyim, havuz yapayım, sınırları zorlayayım diye düşünmüyor. Tüm hayvanlara böyle örnekler verilebilir.
Ama insan.
İnsan yaratılmışlar arasında yukarıda anlattıklarımı genelleyebileceğimiz bir varlık değildir. İnsan da yaratılmıştır. İnsan da Allah tarafından yaratılmıştır. Evet ama asla diğer mahlukat için konuştuklarımız insan için konuşamayız. Yaratılanlar içinde olduğu hale yetinmeyen tek canlı insan. Kendi organizması kendine yetmeyen tek canlı insan. İçi içine sığmayan tek canlı insan. Elindeki ile yetinmeyen, kendine yeni maceralar ve mecralar arayan tek canlı insan.
Mutasavvıflar bu durumu “ten kafesine sığmama”, “sonsuzluğa açılmak isteyen bir ruhun özlemi” şeklinde ifade etmektedirler.
İnsan, Allah’ın ruhundan üflediği en şerefli varlık olarak adlandırılır. Maddesi bakımından çok önemli olmasa da ruhu bakımından eşsiz bir varlıktır. Yaratılanlar arasında evrene bakışı farklı olan tek varlık insandır. İnsan bünyesinde yaşam için gerekli olan hayatta kalma güdülerini taşımaz. İnsan yeme-içme ve üremeden ibaret bir varlık değildir. İçinde ekonomi, sosyal, kültürel, siyasal birçok yön vardır. Sanat gibi muhteşem bir estetik vardır mesela. Ve bunlar sadece insana has gerçekliklerdir.
İnsanın ruhu “ölümsüzlüğe” aşıktır. Allah’a ulaşamayan ruh, sonsuzluğa yol bulamayan insan bunalır, tenine sığmaz, canı daralır. Araştırmalar kişinin Allah’tan uzaklaştıkça da bunalıma girdiğini ortaya koymaktadır.
Başıboş kalmak özgürlük, mutluluk, huzur değildir. Tam tersi bir şeye odaklanmak, hedef koymak, bir şeye ulaşmaya çalışmak kişiyi bunalımdan kurtarır. İnsan ekmek kadar, su kadar hakikate de muhtaçtır. Maddi ihtiyaçlar insanı mutlu etmez, avundurur, esir eder. Ruhunu ele geçirir, teslim alır.
Materyalizm, dünyaperestlik, modernizm, içi boş bir yoğunluğun içinde insanı hiçliğe sürüklemektedir. Kabına bile sığamayan insanın ruhu bu duruma uymamaktadır. İnsan maddiyat ile sınırlandırılabilecek bir varlık değildir. Ruhunun özgür bırakılması gerekir.
Materyalizmin boşluğuna sıkışan insan, iyiye güzele yönelerek, boşluktaki görünmeyen zincirleri kırmak ister. Ruhu bunalan ve ruhunu bunalımdan kurtarmak isteyen insan Allah yolunda, Allah’ın sınırlarında hakikati arayarak ve nihayetinde O’na ulaşarak çözüme ulaşabilir. İnsan ruhu buna uygundur. Yoksa koca dünyaya minicik bedenini sığdıramaz. Koca bir ömrü ve nihayetinde sonsuz ahiret yurdunu bir hiç uğruna heba eder.