Reklam; bir proje veya ürün için olmazsa olmaz bir detay. Sektör olarak reklamcılık ise günden güne gelişen başlı başına bir dünya… Gelişmek, reklam dünyası için kaçınılmaz bir süreç.
Demode ve monoton bir reklam çalışmasının günümüzden rağbet görmesi nerdeyse imkânsız. Kendini devamlı yinelemesi gereken bir başka alan da elbette kültür-sanat. Peki, günümüzde kültür-sanatla, reklamcılık nasıl bir uyum içinde? Biraz üstünde duralım.
Reklamcılığın sıkça sarıldığı projelerin başında televizyon dizileri geliyor. Reytingi yüksek dizilerin başkarakterlerini ünlü markaların reklam yüzü olarak görmek yıllardan beri alıştığımız bir durum. Hele dizinin ön plana çıkan karakteri cefakâr bir anneyse, özellikle firmaları teklif götürmekte hiç gecikmiyor. Senaryoya sadık kalarak, ürünü dizinin bir sahnesine yerleştiriverip 10 üstünden 10 bir reklamı önümüze koyuveriyorlar. Peki, sırf sevdiğimiz dizi de gösterildi o ürünü alıyor muyuz? Bu sorunun cevabı sizde saklı. Peki yaratıcı düşünce mi? Hazır fikirden yola çıkmak mı? O da kişiden kişiye değişir elbet.
Yaratıcı düşünce, bir reklam için önemli unsurların başında gelmeli. Yıllar önce bir porselen markasının reklamını hatırlıyorum. Küçük bir kız, yetişkinlik dönemine kadar kendisine alınmış, sevdiği şeyleri, o önemli gün gelmeden, kendi istediği vakitte kullanıyordu. (bayramlık elbise, tatil eşyaları, doğum günü pastası ve en sonunda çeyizlik porselen takımı) Ailesi, kızım ne yapıyorsun? Diye sorduğunda; Ama benim canım şimdi istedi. Diyerek cevap veriyordu. Kendini önemli hissettiğin her an senin anındır, mesajı gerçekten güzeldi. Alttan ince bir feminizme dair mesajda sunulduğunu söyleyebiliriz. İşte yaratıcı düşünmek ve o düşüncenin izleyiciyi etkilemesi böyle bir şey olsa gerek. Üzerinden bayağı bir yıl geçmesine rağmen aklımda düşünün. Küçük bir hikâye izlettiren reklam filmlerini seviyorum. Popüler bir reklam yüzü olmadan da tak diye mesaj verilebilir, ilgi çekilebilir.
Son günlerde bir bankanın reklam filmi de gerçekten dikkat çekti. Çağlar Çorumlu’nun Zeki Müren taklidiyle karşımıza çıktığı reklam gerçekten çok başarılı. Arif&216 ve Güldür Güldür Show’dan aşina olduğumuz taklitle reklam içinde de mini bir skeç izletiyorlar. Hatıraya saygısızlık mevzusunda ise eleştirilerin yersiz olduğu kanaatindeyim. Zira zaten filmin sonunda gereken hakkı teslim ediyorlar. Reklamda ilgi çeken detay; Zeki Müren’in hobilerinden yola çıkarak bugün yaşasaydı bunları da yapardı mesajı ve onların üzerinden bankanın sunduğu avantajların verilmesi. Doğrusu sanat güneşi yaşasaydı bu sosyal çağın içine böylesine dâhil olur muydu? O konuda şüpheliyim.
Kişisel PR çalışmalarına gelecek olursak onların da artık sosyal çağın şartlarına uygun şekillendiğini söyleyebiliriz. Kültür ve sanat projeleri artık yetenek odaklı değil de takipçi sayısı odaklı ilerliyor. Proje başlamadan reyting oradan başlıyor anlayacağınız. Yüksek takipçiye sahip isimlerin zaten kendiliğinden bir tanıtım süreci oluyor. Böyle bakıldığında mantıklı, fakat yanlış. Kaliteli çalışmaları izlemek istiyorsak hikaye ve o hikayeyi canlandıracak isimlerin niteliğinin yüksek olmasını sağlamalıyız.
Sosyal medya fenomenlerinin film çekebildiği vasat bir kültür-sanat dünyasını görmek gerçekten ürkütücü. Özellikle oyuncular üzerinden gidecek olursak bir projeye dahil olmak için oyunculuğunu değil, profilini geliştirmek zorunda hissedeceği bir dönem şu an. Neyse ki tiyatro gerçek sanat ve sanatçı anlayışının dokusunu kaybetmeden yoluna devam edebiliyor. Geleneği gereği de sunilik kabul etmeyen bir sanat dalı olduğu için olsa gerek. Galiba şunu söylesek pek yanlış olmayacak. Suni hiçbir PR çalışmasının olmadığı bir sahne görürseniz işte orada gerçek sanatı izlemeniz mümkün olacaktır.