Hayat kısa film gibidir. Kısaca doğarız, büyürüz, ölürüz. Çocukluğumuzu çoğunlukla olarak hatırlamayız.
Belli başlı olayları hayal meyal hatırladığımı biliyorum. İlk gençliğimiz hepimizin travmaları olan, ergenlik sorunları olan yıllar onlarda çabucak geçer gider.
20li yaşlar en mutlu olmaya yakın olduğumuz zamanlardır.
30lu yaşlar toplum normlarına uyum sağlama, iş bulma, evlenme, ev alma, çocuk yapma telaşesiyle geçer.
40lı yaşlar oturduğun düzeni devam ettirme isteğiyle sürer gider.
50li yaşlar emekli olma, yazlık mı alsam ege kasabasına mı yerleşsem planlamalarıyla geçer.
60lı yaşlar çocuklarınla daha çok vakit geçirme isteğiyle ama onların vakti olmaması ile devam eder.
70li yaşlar kronik hastalıklar, torunları sevebilecek miyim düşüncesi ile geçer. Daha sonrası ölmeye yakın olma ve eski güzel günleri düşleme arasında gidip gelir. Belki sıralama değişebilir ama aşağı yukarı hep aynı döngü devam eder. Sadece hikayeler değişir neticeler benzer sonuçlanır.
Toplum kuralları ile hayatımıza şekil veririz sonrada şikayet ederiz ya da hiç fark etmeden alışılmış düzene itaat ederiz. Zaman o kadar hızlıdır ki nasıl geçtiğini anlayamayız. Zamanın kıymetini yaşlandıkça anlarız. Çünkü düşünmek için en çok vaktimiz olan yıllar yaşlılıktır. Yaş almak hep kötü bir şey değildir. Hayatını yoluna koymaya çalıştıkça başka bir sorun çıkar, sorunları çözmeye çalışırken yine tecrübe ediniriz.
Tecrübe kazanıp tecrübelerinden ders alırsın. Bu böyle sürüp gider. Bir bakarsın ki zaman geçmiş, ömür bitmiş. Tıpkı bir kısa film gibi bir anda gözünün önünden tüm yaşadıkların geçer gider.