Niğbolu Savaşı ve Niğbolu Zaferi, Haçlılara ve Avrupa’ya şunu öğretmiştir. Türkleri yok etmek mümkün değildir. Balkanlardan atmak mümkün değildir. Osmanlı’nın toprak bütünlüğüne dokunmam mümkün değildir.
Kıymetli okurlarım, tarihin pencerelerinde dolaşmak ve bu pencerelerden gördüklerimi sizlerle paylaşmak beni mutlu ediyor. Çünkü tarih bir çizelgedir, kronolojidir aynı zamanda ders alınması gereken en büyük araçtır. Bu nedenle sizi, derinlerde büyük izler bırakan önemli bir savaşın sahnesine götüreceğim. Bu sahne ecdadımız için büyük bir zafer, Haçlılar için unutulmaz hezimettir.
Bildiğiniz üzere Osmanlı İmparatorluğunun yükselme döneminde batılı devletlerin neredeyse tüm derdi haklı olarak Osmanlı idi. Haklı olarak diyorum çünkü bu dönemde ecdadımız bir yandan topraklarını artırırken diğer yandan Feth ettiği yerlerde gerçek manada adil bir yaşam ve düzen kurmuştur. Hâliyle bu durum gönülleri de Feth etmeyi kolaylaştırmıştır. Bu nedenle, balkanlarda yaşayan halk Osmanlı ve Türk egemenliğini bugün dahi arar olmuştur.
HAÇLI ORDUSUNUN SAVAŞI “NİĞBOLU SAVAŞI”
İstanbul’un fethi öncesi söylenen, Konstaniye’de “Katolik külahı görmektense, Türk sarığı görmeyi yeğlerim!” sözü söylenmiştir. İşte bu yükselme döneminde en hızlı fetihler yapan padişahlar kim diye sorsak herhalde akla ilk olarak Yavuz Sultan Selim ve Yıldırım Bayezid gelir. Tabi ki, Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman gibi tarihin en büyük liderlerini unutmamak gerek fakat bugün sizlerle Sultan Yıldırım Bayezid Han dönemini ve devrin son Haçlı Ordusu’nun savaşını yani “Niğbolu Savaşı’nı” konuşacağız.
Osmanlı İmparatorluğunun balkanlardaki hızlı ilerleyişi batı dünyasını ciddi manada rahatsız ediyordu. İstanbul’un kuşatılmış olması Papalığı, Akdeniz ve Karadeniz hâkimiyeti İtalyanlarla birlikte Cenevizleri, Balkanlardaki ilerleyiş ise Macaristan ve doğu Avrupa devletlerini düşündürüyordu. İşte bu düşünce Yüzyıl Savaşlarından henüz çıkmış Fransız ve İngiliz krallarının da dikkatini çekmişti. Nihayet Orta Çağ’ın son Haçlı Seferi başlamış oldu.
MÜSLÜMAN HALKI KILIÇTAN GEÇİRDİLER
Savaşın batı tarafında; Kutsal Roma Cermen İmp. Fransa, Eflak, Lehistan, İngiltere Krallığı, İskoçya Krallığı, Venedik, Genova, St. Jean Şövalyeleri vardı ve tarihi kaynaklara göre 120.000 kişilik bir ordu hazırlanmıştı. Ordunun genel komutanı Macar Kralı Sigismund idi. Ordular ilerlerken işgal ettikleri yerlerde Müslüman halkı kılıçtan geçirdiler. Bu durum Osmanlı Sultanını çok öfkelendirmiştir. Geçen hafta ki yazımda bu konuda ifade ettiğim gibi; batı işgal ettiği yerlerde katliam yapmayı zafer saymaktadır ve özellikle Müslümanların katli onlar için başarıdır.
Savaşın diğer yanındaysa yalnızca Osmanlı İmparatorluğu bulunur ve devrin padişahı, akıl almaz hızıyla Sultan Bayezid Han’dır. Haçlı ordusunun Niğbolu önlerine kadar geldiğini haber alan padişah bir günlük sürede İstanbul önlerinden Niğbolu’ya ulaşır. Haçlı komutanları, Yıldırım Bayezid Han’ın Mısır Sultanına sığındığı haberini konuşurlarken padişah, kuşatma altındaki Niğbolu Kalesine ordunun geldiğini haber vermeleri gerektiğini ve bu işi bizzat padişahın kendisinin yapacağını konuşuyordu. Nihayet Sultan Bayezid Han, sarhoş nöbetçilerin arasından geçerek kale önüne gelir. Beyaz atının üstünde gök gürültüsü gibi sesle kale komutanı tecrübeli kumandan Doğan Bey’e seslenir,
“Bre Doğan, bre Doğan!” kalede savunma konusunda zor zamanların başladığı bu anlarda kale kumandanı burçlara yakın yerde nöbettedir ve duyduğu sese inanamasa da bu sesin hünkâra ait olduğunu düşünür. Gerçekten de sultan tüm haşmetiyle oradadır,
“Buyurun Hünkârım!” diye seslenir, Sultan,
“Bre Doğan, halin nicedir?” der ve Doğan Bey dayanmaya çalıştıklarını bildirir. Sultan son olarak,
“Dayanın bre, işte biz dahi yetiştik!” der ve atını yıldırım gibi karargâha sürer. Osmanlı sultanının kaleye gittiğini haber alan Haçlılar kendilerine geldiklerinde karşılarında Osmanlı ordusunu bulurlar. Artık savaş vaktidir. Sabahın ilk ışıkları belirdiğinde Haçlılar Osmanlı ordusunun sayıca azlığından dem vurarak savaşı kazanacaklarına güvenleri tam olur ve düzensiz bir hareket başlar. Bildiğiniz üzere ecdadımız savaş sanatını dünyaya öğreten millettir ve batı Hilal taktiğine her daim kanmıştır.
ESİR DÜŞEN BİNLERCE ASKER
Hilal taktiğiyle geri çekilen Osmanlı ordusunun öncüleri Haçlı Ordusunu için çekmiş ve kapanan kanatların saldırısıyla kısa sürede o devasa ordu mağlup olmuştur. Esir düşen binlerce asker vardır ve bunlardan birisi de namlı komutan Korkusuz Jean’dır. Serbest kalması halinde bir daha Türklere kılıç çekmeyeceğini bildirmiştir ve bunu duyan Bayezid Han, fidyesi ödendikten sonra serbest bırakır lakin ona tarihe geçen şu cümleyi söyler.
“Ettiğin yemini sana iade ediyorum. Aksine eğer şerefini koruyan bir adam isen silahını al ve Hıristiyanlığın bütün kuvvetlerini aleyhime topla. Böylece bana kazanmak için yeni fırsatlar tanımış olursun. Zira ben ancak Allah’ın dinini yaymak ve Onun rızasına kavuşmak için dünyaya Cihad yapmaya gelmişim.”
Niğbolu Savaşı’nı kim kazandı?
Kıymetli okurlarım bu önemli zafer 25 Eylül 1396 yılında, yani bundan 625 yıl önce bugünlerde gerçekleşmiştir. Tarih çizelgesinde geriye doğru gittikçe çok defa buna benzer zaferleri görebiliriz. Sonuçta Allah’ın emriyle hareket eden ecdadımız geçtikleri yerlerde hiçbir vakit zulüm etmemiş aksine adalet ve hakkaniyetle hareket etmişlerdir. Çünkü emir bu yöndedir. “Yaşlıya, kadına, çocuğa, hayvana, ağaca dokunmayacaksın! Aman dileyene kılıç çekmeyeceksin! Sizinle savaşanlarla savaşacaksın.” Emri asla unutulmamıştır.
Niğbolu Zaferi, Haçlılara ve Avrupa’ya şunu öğretmiştir. Türkleri yok etmek mümkün değildir. Balkanlardan atmak mümkün değildir. Osmanlı’nın toprak bütünlüğüne dokunmam mümkün değildir. Ve bu zafer aynı zamanda Osmanlı için İstanbul’un yolunu açmış ve artık gelecek padişahlar bu yolu kullanarak 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet Han ile Bizans’ı tarih sahnesinden silerek İstanbul’u payitaht yapmıştır.
Niğbolu Savaşı sonrası Türk ve İslam coğrafyası Sultan Bayezid Han’a övgü ve tebrikleri iletirken, Halife Bayezid Han’a yeni bir unvan vermiştir. “İklim-i Rum” yani “Rum Yöresinin Hükümdarı” “Sultanı İklimi Rum” denilmeye başlamıştır.
Kıymetli okurlarım yazıma son verirken şanlı tarihimizi asla unutmamamız gerektiğini, batının gerçek manada fikrinin hiçbir vakit değişmeyeceğini yinelemek istiyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyor ve esenlikler diliyorum.