Ne kavgamız bitti ne de sevdamız! Hayatı kavgaya ve sevdaya hapsetmemiz istendi bizden ve biz tüm gerçekliğin ışıltısını bu iki karanlığa feda ettik.
Sevdik sevdalandık ama yine de sevgiyi tam anlayamadık. Sevmek kavramı hep kafalarımızın içindeki bir karadelik gibi benliğini sürdürdü ve biz sevdanın tanımının hep yanlış yapıldığı bir coğrafyada 75 kadının cinayetine sessizliğimizi devam ettirdik. Seven insan kıskanır nidalarını atan kadınların yardım çığlıklarının aslında kendi zihinlerinde yer bulamaması ayrı bir ironiydi hepimiz için. Kıskanmak sevmenin boynuna asılan bir kolye miydi? bir ilmik mi? Ya benimsin ya toprağın diyen adamın kendisiyle olan mücadelesinin kumsallarında hepimizin ayakları o kızgın kumun ateşiyle yanmamış mıydı. Sevilmenin o korkunç alevi insan benliğinin en derin dehlizlerine kadar yayılırken bir kadının “kocam o benim döver de söver de “demesinin altındaki o çaresizliğinin karanlığında kaybolan bizler ,aslında star varsın karanlık mı aydınlık mı sorusuna hala cevap veremiyorduk.
Aslında aydınlıkla karanlığın tezahürü nasıl olmalıydı onu da pek bilmiyorduk ya! Darth Vader’in maskesini yüzlerimizde taşırken nasıl aydınlık tarafta olabilirdik ki? Işın kılıcımızda yoktu ama seviyorduk ve o büyük gücün verdiği ihtişamla her şeye sahip olabilmeliydik. Analarımız diye söze başlayıp eksik etekle biten cümlelerde aslında kendi çaresizliğimiz ve cahilliğimizin pervasızlığına yenik düşüyor ama bunu kendimize bir güç simülasyonu şeklinde geri döndürüyorduk.
Ama salt sevgisizliğin cinsiyetle değil de ruhumuza enjekte edilen yüksek dozda kapitalizmle bir ilintisi olmalıydı. Çünkü sevemediğimiz şey hayatın bütünüydü. Bir kediyi sevememenin getirdiği yalnızlığımız bir köpeğe işkence etmekle güç gösterisine dönüştürülebilirdi ve biz zavallılığımızı ancak sözde delikanlılığımızla kamufle edebilirdik. Ama kadınımıza sonuna kadar sahip çıkardık onu öldürebilecek kadar!!! Dedim ya ne kavgamız bitti ne de sevdamız. Bunların bitmesi değil de gelişebilmesi için cehaletin ve cehaletin fütursuzlaşmasının bir politika olarak uygulanmasının önüne geçmek gerektiğini anlayabilirmiyiz? Yada anlatabilir miyiz, su an için zor görünüyor.
Kafka‘nın az eşya az insan tanımlamasının insan kısmına çok katılmasam da eşya kısmının hayatın temel paylaşımlarının gelişebilmesi için gerekli olduğunu düşünüyorum. İnsan kısmına katılan bir çok kişi olduğunun farkındayım ama dönüşüm ve gelişim iletişimden geçer teorisiyle ne kadar çok insan eğitilirse o hayalini kurduğumuz kavgasız sevdaların ışığında hayata daha umutla bakabiliriz. Ya da çok seven çok kıskanır!!!Kıskançlık kötü bir şey değil tabiki de tatlı kıskançlıklar hepimizin kavgasında besleyici faktör olarak baş köşede yer alabilir, aslında temel sıkıntı sahiplenmekte galiba.
Mülkiyetin(sahiplenmenin) çoğaldığı her yaşam bölümünde daha fazla arızalar çıkmaya ve hayat bir taraf adına daha fazla adaletsiz olmaya başlıyor. Tarih saltanat içinde niteliksizleşenlerle hayatı için mücadele edenlerin dansıyla dolu değil mi? Hani sizin için en iyisini ben bilirim diyerek kendini saraylara layık görenlerin bir ayakkabı boyacısından daha önemli olmadığı gerçeğinin ortaya çıkmasından korkmalarının getirdiği paranoyaya sarılı bir yaşam sürmeleri. Ve kralın aslında hiçbir zaman giyinik olmadığını hepimizin biliyor olması. Ve mutlu son.