Saatler Beşiktaş- Başakşehir maçını işaret ediyor, konum Mersin. Beşiktaş maçını evimin salonu dışında farklı izlediğim tek lokasyon Deniz Kızı Çay Bahçesindeyim.
Siyah beyaz renktaşlar yan yana dizilmiş sarı sandalyelerde yerini almış. Televizyon ekranından yansıyan yeşil sahaya babamla bende uzaktan bakıyoruz. Pasparlak büyük ekrana en yakın yerde yani en ön sırada 2 boş sandalye var ve onlar naçizane bize rezerve edilmiş. Babamla hemencecik yerimizi alıyoruz. Taraftarlar arasında çok sempatik farklı bir taraftar gözüme ilişiyor.
Bu tatlı taraftar: Küçük bir oğlan çocuğu. Maçı tam yan sandalyemde büyük bir heyecanla, ilgiyle ve merakla izliyor. Maç izleme sahalarında baya taze bir taraftar. Keratanın futbolla takımlarla ilgili fazla bilgisi yok. Ondan ötürü radarları çok açık her duyduğunu kapmak istiyor. Nitekim ne duyarsa kapıyor. Yan yana sıralanmış olan sarı sandalyelerimizde ikimizin de gözleri aynı ekrana kilitli. Benim ağzımdan da nane aromalı sakızım var. Maç seyrederken birazcık gergin olduğumdan, sakız bu konuda birebir geliyor diyebilirim. Sempatik taraftarımız da kıpır kıpır sandalye de, belli o da benim gibi gergin. Yerinde duramıyor. Tabi onun bu hallerinin sebesi heyecanda olabilir.
Tüm bu gerginlik ve heyecan karışımı maç havasının ilk on dakikasının içindeyken parlak kırmızı rengiyle kuşburnu çaylarımız garsonun tepsisinde ışıldadı. Ve önümüzdeki ufak sehpanın üzerine kondu. Tabi kuşburnu çayına bayılırım ama bu çay sakızımı atmama neden oldu. İlk o zaman minik renktaşımla göz göze geldik. Bana fazlasıyla manidar baktı. O an tam anlamını çözemedim. Çayımı içtim. Sakızıma uzandım. Etrafı karınca kaynıyor, çiğnenecek halde değil. Yüzüm düştü.
Bizimkilerde berbat oynuyor. Bu iki durum karışınca suratım tatsız bir hal aldı. Bu tatsız hal alışı ben de hissettim. Tam o anda Beşiktaşımız çok net bir pozisyon kaçırdı. Bütün Beşiktaşlı taraftarlar ah vah küfürler eşliğinde oyuncunun adını haykırıyor. Minik taraftarımız ne duyarsa tekrarlıyor: “Bu da kaçar mı, hiç mi ayağına top almadın sen diye haykır haykır bağırıyor. Tabii onun da hedefi ateşli bir taraftar olmak. Bu yolda da gayet başarılı anlayacağınız.
Bu arada ben de kaçan pozisyona duyduğum üzüntüyü kendimce bağırarak aktarıyorum. “Beşiktaş’ta bu kötü oyunu adet edindi iyice” dedim. Çocukta – minik taraftarımız- aynı tonda ve edayla cümlemi tekrar etti. Gülümsemelerimiz kesişti. İlk defa tam manası ile birbirimizi fark ettik. Sakızımın kaybı, pozisyonun kaçışı beni iyice germişti. Arka arkaya farklı pozisyonlar derken maç iyice kızıştı. At kuyruğu olan saçlarımı açtım. Yerimde duramıyorum. Minik taraftarımızın da benden pek bir farkı yok. Ama o bir yandan büyük bir ısrarla babasını darlıyor. Bi derdi var besbelli. Para istiyor, belli ki bir şey alacak. Babası kızıyor, devre arasına az kaldı gideriz dur diyor. Ama nafile bizim minik taraftar fazlasıyla ısrarcı. Nitekim parayı da koparıyor. Koşar adımlarla ortadan kayboluyor. Bir çırpıda ışınlar gibi de geri dönüyor.
Ben ne zaman gidip geldi ne aldı fark etmedim bile. Sarı sandalyesine kuruldu. Yan gözle de bana bakıyor. Bir şey diyecek sanki bana hissediyorum. Bu arada ince bir ses “Abla” dedi. Hiç minik taraftarın sesini duymamış gibi irkildim. Şaşkınlığımı hızla yenerek göz göze geldik. “Abla sakızını atmıştın ya, bak sana sakız aldım” dedi. Duygulandım. Tatsız bir teşekkür ettim. Neden öyle yaptım hiç anlamadım. Onu kırdığımı düşünerek üzüldüm. O sırada sevecen bir bakışla ona baktım, o sırada “Naneli bu abla” dedi. “Ya çok severim, hatta naneli en sevdiğim” dedim. Güldü, çok tatlıydı.