Müjdelenen zafer… Kıymetli okurlarım, yıl dönümü yaklaşan Mekke’nin Fethi konusunda yazacağıma dair verdiğim söz nedeniyle bu hafta sizlerle müjdelenen fethi ve o fethe giden yolu konuşacağız.
Konu hakkında sahip olduğum bilgiler yeterli olsa bile fıkhen engin bilgiye haiz olmamam nedeniyle olabildiğince objektif olarak yazmaya gayret edeceğim. Bilerek hata yapmaktan Allah’a sığınırım, yine de eksik ve hatalarım olursa eğer lütfen mazur görünüz.
M.S. 628. Yıl, Mekke yakınları.
Umre için çıkılan yolculuk neredeyse hüsran ile sonuçlanmış ve 1500 civarında Müslüman geri dönmek için hazırlıklarını yapıyordu. İçlerinden hiçbiri Allah’ın Elçisi’ne karşı gelmedi lakin siyasi olarak hezimet kabul edilen bir anlaşma yapılmasını da hazmetmek istemediler. Müslümanlar arasında homurdananlar bile vardı. Hz. Ömer, yaşananları kabul edemiyordu ve kimsenin dillendiremediği konuyu peygambere farklı bir yolla açtı. Aralarındaki dialoğ tarihçi ve siyer uzmanlarından alınan[1] hâliyle şöyledir.
Hz. Ömer, “Ya Rasûlallah, sen rasûlullah değil misin?” Hz. Peygamber, “Evet rasûlullahım.”
Hz. Ömer, “Biz Müslüman değil miyiz?”
Hz. Peygamber, “Evet, Müslüman’ız.”
Hz. Ömer, “Onlar müşrik değiller mi?”
Hz. Peygamber, “Evet, müşriktirler.”
Hz. Ömer, “Öyleyse neden dinimiz için hakarete maruz kalıyoruz?”
Hz. Peygamber, “Ben Allah’ın kulu ve rasûlüyüm. Elbette ki Allah’ın emrine muhalefet etmem. Allah beni pişman etmez.”
Hz. Ömer (r.a) bu cevaptan sonra nasıl bir hata yaptığını fark eder ve rivayetlere göre affedilmesi için Allah’a yakarıp çokça kurban keser. Çünkü muhalefet olmasa da gerçeği öğrenme arzusu onun mizacına ve sözlerine yansımıştır. Hz. Peygamber’i kırmış olma ihtimali ve onun aldığı kararın perde ardında ne olduğunu yeterince tahlil edememiş olması büyük sahabeyi buna mecbur bırakmıştır. Bu olaya belki de orada yaşanan bazı olayların olumsuz yansıması ve ortamdaki psikolojik tablo sebep olmuştur. Nitekim sonradan görülmüştür ve tarihçilerin de kabul ettiği sonuç şudur ki Hudeybiye Antlaşması, Peygamber Efendimizin en büyük siyasi kazanımlarından birisidir. Hudeybiye Anlaşmasından sonra İslâm’ın yayılışı hızlanmış, Müslümanlar serbestlik kazanmış ve sonraki yıllarda askeri başarılar elde etmişlerdir. Sonrasında ise Mekkeli müşriklerin antlaşmayı bozmaları sonucu Mekke’nin fethine giden yol açılmıştır.
Hudeybiye Antlaşmasından iki yıl sonra yaşanan bir gece baskınında kabilelerden birinden 23 kişi öldürülmüştü. Bu olaya yardım eden Kureyşlilerin olması ise anlaşmanın bozulması için yeterliydi. Hz. Muhammed (s.a.v.) artık kararını vermişti. Mekke Feth edilmeli ve Kâbe-i Muazzama putlardan temizlenerek hasret sona ermeliydi. Lakin Peygamber Efendimiz, asla Allah’ın izni ve emri dışına çıkmadığı gibi hiçbir vakit kan dökme taraftarı olmamıştır. Bu nedenle fethe giden yolu hazırlarken özel tedbirler ve strateji uygulamıştır. Karşı konulamayacak bir askeri birlik toplamış ve Mekke’ye çok yakın yerde konaklayıp, on bin ateş yaktırmış Mekkelilerin psikolojik olarak karşılarına askeri güç çıkarmasını engellemek istemiştir. Mekke lideri olan Ebu Süfyan, o gece Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizi ziyaret etmiş ve İslam’ı kabul ettiğini bildirerek Müslüman olmuştur.
Hz. Peygamber Efendimizin yılar önce gördüğü rivayet edilen rüyasından sonra Hudeybiye’de konaklaması ve barış döneminde tüm Arap yarımadasına İslâm’ın yayılması perdenin diğer yanıdır ve bu duruma ancak ilâhi kudret diyebiliriz. Tarihler, 11. Ocak 630’u gösterdiğinde Hz. Peygamber Efendimiz dört koldan Mekke’ye girmiş ve kan dökmemiş, intikam duygusuna asla kapılmamıştır. Affediciliğin gönülleri kazanacağını bilen Kâinatın Efendisi zaten ata toprağında kan dökmeye razı olamazdı. Tarihçiler bu fetih sırasında Hz. Halid Bin Velid komutasındaki bölüğe saldıranlar olduğu ve o bölüğün bu saldırılara karşılık verdiğini, olayın vuku bulduğu sırada kılıç seslerini duyan Hz. Muhammed (s.a.v) haber göndererek Hz. Halid Bin Velid’e savaşmamasını emrettiğini bildirirler. Mübarek Şehir Mekke hem efendimiz için hem oradan ayrılan muhacirler için fazlasıyla değerliydi. Akrabalar arsında kan dökülmesine zaten kimse razı olmazdı.
Fetih, İslam Tarihi açısından kırılma noktalarından birisidir. Çünkü artık ilmi çalışmaların ve büyük tebliğ harekâtının önünde hiçbir engel kalmamıştır. Kâbe-i Muazzama ve mübarek şehir Mekke İslam beldesi olmuş orada kendilerine karşı çıkacak askeri güç kalmamıştır.
Kıymetli okurlarım bu noktada bir konuya temas etmeden geçemeyeceğim. Bildiğiniz üzere peygamberimiz Mekkeliydi. Dileseydi burada kalabilirdi ama o fetihten sonra Medine-i Münevvere’ye geri dönerek kendisine zor zamanlarda kucak açan ensar kardeşlerine vefasızlık etmemiş ve yıllarca hasretini çektiği vatanından ayrılmayı göze almıştır. Aynı zamanda İslâm Devleti’nin başkenti yine Medine-i Münevvere olarak kalmıştır. Bu ince davranış sonraki asırlarda bile çok nadir karşılaşılan bir durumdur.
Mekke, Arap yarımadasındaki en eski şehirlerdendir. O günün şartlarında böylesi bir şehrin fethi; siyasi, askeri hem de politik olarak Müslümanlara çok büyük bir güç sağlamıştır. İslâm’ın ilk yıllarında Kureyşin zulmünden kaçıp Habeşistan Kralı Necaşi’ye sığınan Müslümanlar için oraya giden Amr Bin As ve Kral Necaşi arasındaki dostluk ve ilişki bu duruma iyi bir örnektir. Bu konuda da ayrı bir başlık açacağımı bildirerek konumuza devam edelim. Nitekim Habeşistan, Kızıl Deniz’in diğer yanındadır. Aynı şekilde bu fetih hem Bizans, hem Sasanileri rahatsız etmiştir. Çünkü bölgede yeni ve dinamik bir güç doğmuştur. Kaldı ki, o dönemde yaşayan din adamları İslam’ın emir ve yasaklarını duyduklarında Hz. Muhammed’in (s.a.v) İncil’de adı geçen peygamber olduğuna inanmış ve kimileri İslam’ı seçerek Allah’a iman etmişlerdir.
Kıymetli okurlarım, bölgede doğan bu yeni güç yayılmaya ve tanınmaya başlanınca korkulan olmaya başladı. Hiç savaş kaybetmeyen komutanın[2] idaresinde yüze yakın zafer kazanan İslam Orduları dünyanın siyasi dengesini değiştirip kutsal beldeleri feth ettiler. İşte bu nedenledir ki, batı karşı pozisyona geçti. Ve her daim İslâm’ın karşısında olmaya devam ettiler. Kudüs’ün Fethinden yaklaşık 4 asır sonra Avrupa’da başlayan Haçlı Seferleri sırasında Papa Urbanus bu durumu kendi çıkarı için kullanmaktan hiç çekinmedi. Avrupa halklarını sefere çıkmaları için ikna ederken; “Kutsal mabetlerin işgal altında olduğunu, Hz. İsa’nın (a.s) kabrinin kirletildiğini, mabetlerin ahıra çevrildiğini, hac için giden Hıristiyanların hepsinin katledildiğini…” gibi birçok gerçek olmayan sözü sarf etmiştir. Sonraki asırlarda da benzer durumlar çokça yaşanmıştır bundan böyle de yaşanacağı büyük ihtimaldir.
Mekke-i Mükerreme’nin fethi ve Hz. Peygamber Efendimizin bu fetih sırasında izlediği politikanın tüm dünyada ders olarak okutulmasının, siyaset nedeniyle çıkan savaşları sona erdirebileceği kanısındayım. Batı medeniyetinin sahip olduğu korkunç nefretin söndürdüğü yaşamlar, yıktığı şehirler ve geride bıraktığı derin acılar elbette unutulmamalı. Lakin yenilerinin olmaması ve dünya barışının sağlanabilmesi için Efendimizin hayatı en büyük anahtarlardan birisidir. Çünkü onun ahlakından daha üstün bir ahlak yoktur, diyerek sözlerimi bitiriyor ve hepinize esenlikler diliyorum.
[1] Doç. Dr. Mustafa ÖZKAN araştırması, Dergipak yayını.
[2] Şimdilik merak unsuru olarak kalacak olan kısmı önümüzdeki süreçte ayrıca ele alacağım.